Sisler Dağıldığında, özellikle kadınların sevgi kisvesi altında sürekli manipüle edildiğine dikkat çeken incelikli bir roman. Bu manipülasyonun bir tık ötesi ise erkek şiddeti. Romanın yazarı Gülhan Davarcı, "Şiddet, korku ve çaresizliğimizi artırıyor, yalnızlaşıyoruz" diyor ve ekliyor; "Şiddetin her türlüsünün farkında olmalıyız… Yalnız kalmamalı, diğer kadınlarla dostluk kurmalı, onlardan güç almalıyız!"

Gülhan Davarcı (1)

Gülhan Davarcı 

Everest İlk Roman Yarışması birincisi Gülhan Davarcı'nın yayımlanan ilk kitabı öykülerden oluşuyordu. Hayat boyunca düşünmeden kabullendiğimiz, daha doğrusu bize dikte edilen 'doğrular', 'ön kabuller' ve 'önyargılarla' hesaplaşan öykülerdi bunlar. Gülhan Davarcı bu öykülerinde Jane Austen’dan Anne Karenina’ya, Basralı Rabia’dan Anahit'e ünlü kadın karakterleri kullanmıştı.

Yazarın Sisler Dağıldığında adlı ilk romanı ise baş kahramanı İnci ile dikkat çekiyor. Kadın okurların bir çok empati noktası yakalayabilecekleri romanında yazar, hayatının merkezinde tuttuğu babasını erken yaşta kaybeden İnci'nin içine yuvarladığı yalnızlığı, geçmişin hayaletleriyle savaşırken yaşanası bir gelecek kurma savaşını anlatırken inşa ettiği sade ama güçlü diliyle takdiri hak ediyor..

1984 yılında Kayseri'de dünyaya gelen, İngiliz Dili ve Edebiyatı alanında lisans eğitimi aldıktan sonra Kadın Çalışmaları Ana Bilim Dalında yüksek lisansını tamamlayan yazar, İstanbul'da öğretmenlik yaparak yaşamını sürdürüyor.

 ALDIĞIM ÖDÜL BENİ MOTİVE ETTİ

Öncelikle sizi yarışmaya götüren süreci konuşalım... Yarışmaya katılmaya nasıl karar verdiniz?

Yarışmanın varlığından haberdardım, benden önce ödül almış bazı yazarların romanlarını da okumuştum ama yarışmaya kesin katılırım diye bir düşüncem yoktu. Eğer romanım yarışma başvuru tarihinden sonra bitseydi, bir sonraki yılı beklemeyip, yayınevlerine gönderecektim, lakin öyle olmadı, ben de şansımı deneyim, dedim.

Bu yarışmalar sizin için ne ifade ediyor, yazara motivasyon ve teşvik bağlamında neler katıyor?

Ödül almamış, hiçbir yarışmaya katılmamış çok iyi yazarlar var. Ödüller, bir metnin niteliğini tek başına belirleyemez. Ama bir ödülün, onca kitabın içinde, ödül alan kitaba ışık tuttuğu, onun fark edilmesini sağladığı da inkâr edilemez. Bu da yazarı, elbette, motive edecektir.

YENİ ÖYKÜLER YOLDA

Yazma serüveniniz ne zaman ve nasıl başladı?

Okumak, yetişkinlikten ziyade, çocuklukta başlayan bir alışkanlık. Eğer okuma eyleminden kopmazsanız, yıllar sizi iyi bir okur yapar. Yazan herkesin de iyi bir okur olduğu inancından yola çıkarsak, ben öyle inanıyorum en azından, her bir yazar sizi çok eskiye çağırır, günlükler, denemeler, hikayeler, şiirler, mektuplar… Ne sıraladığım bu iddiasız çalışmalarımı ne de çocukluğumdan beri okuduğum onca kitabı yazma serüvenimden ayıramam. Eğer sorunuzdan kastınız, yazar olma iddiasıyla ortaya çıkma niyetiyse, başlangıç noktası için pandemi diyebilirim. Pandemide yazarlık atölyeleri ile başlayan yoğun bir yazma, çalışma sürecinden bugüne geldim.

Cok Ozel Dostlar Klubu

 İlk basılı eseriniz neydi?..

İlk basılmış eserim Çok Özel Dostlar Kulübü adlı bir öykü kitabım var. Ayrıca, Everest İlk Roman Yarışması’na başvurmadan önce başka bir yayınevine gönderdiğim ve ödül açıklanmadan kısa bir süre önce olumlu dönüş aldığım, şu an basılma aşamasında başka bir öykü dosyam daha var.

YAZARLAR OKURLARININ EŞİTİDİR!

 "Kitap seçerken, yazarlarının ölmüş olmasına dikkat ederdi. Yaşayanlarla işimiz yok bizim, derdi, hayatta olan yazarlara güvenemeyiz. Her an ortaya çıkıp kendileriyle ve yazdıklarıyla çelişecek saçma sapan hareketlerde bulunarak bizi hayal kırıklığına uğratabilirler. En iyi yazar, ölü yazardır.

Bu 'ironi' yüklü dizelerden hareketle sormak isterim... Sizce yazarlar ahlaken yazdıklarından bağımsız mıdır?

Sadece yazarların değil, bütün sanatçıların, hatta insanın ‘ahlakı’, yaptığı işten bağımsızdır. Yazmak, emek doğrultusunda ortaya çıkarılabilecek, geliştirilebilecek bir eylemdir. Bir ses sanatçısından, iyi bir matematikçiden, bir astronottan, ne oranda ahlaki duruş bekliyorsak, bir yazardan da o kadar bekleyebiliriz. Kulağa çok klişe gelebilir ama Hitler’in çok iyi resim yaptığı söylenir. Sanatçıların ve yazarların, tanrısal bir ilhamla yarattığına dair çok eski, köklü bir inanç var. Hal böyle olunca onlarından peygambervari bir duruş bekleniyor. Bu inançtan kurtulursak, daha az hayal kırıklığına uğrarız.

Sisler Dağıldığında’dan yaptığınız alıntıya gelince, bu, baba karakterinin, biraz önce tariflediğim köklü inancın taşıyıcılarından biri olduğunu göstermekle birlikte, aslında, roman bağlamında baba karakterinin dünyayla kurduğu güvensiz ilişkiye işaret etmek istediğim içindi.

Yazarlık bir kişilik ve ruh olgunluğu gibi sürekli dikey yönde ve pozitif olarak geliştirilmesi gereken bir uğraş mıdır?

Yazarlar ve sanatçılar, ebeveynlerimiz değil, eşitimiz. Onlardan neyi talep ediyoruz, anlamıyorum. Sizin tabirinizle hep iyi olmalarını, olgun olmalarını, özetle mükemmel olmalarını talep ediyoruz, bekliyoruz. Neden? Ben o varoluş halini herkesten bekliyorum.

Romanınızda öykümüzün usta isimlerinden Cemil Kavukçu'nun da dokunuşları oldu sanırım. Nerede ne nasıl katkılar sundu size? Ve ondan edindiğiniz en büyük deneyim ne oldu?

İlk romanımın, Cemil Kavukçu’nun elemesinden geçmesi, sonra kitabımın editörlüğünü yapmış olması gurur verici. Tavırlarındaki olgunluk ve mütevazilik beni ayrıca etkiledi.

 PSİKOLOJİK ŞİDDETİN KARANLIĞI

Sisler Dağıldığında Kapak

Sisler Dağıldığında yitirilmiş bir baba ve kızına dair sarsıcı bir konuyu ele alıyor. Sanırım kızlar için 'baba' figürü, bir erkek evladından daha farklı. İlk romanınızda böylesine yoğun hüzünlü bir tema için sizi tetikleyen duygular nelerdi?

Hemen söyleyeyim, kişisel bir yaşanmışlık ya da başka bir insanın yaşanmışlığına tanıklığım söz konusu değil. Bu romanı yazmadan önce iki derdim vardı. İlki, en sevdiklerimiz tarafından sevgi kisvesi altında nasıl manipüle edildiğimizi deşifre etmekti. Bunu sevgi dolu bir baba figürü üzerinden, psikolojik şiddetin karanlık yanlarından birine ışık tutsun diye, anlatmayı denedim. Diğeri de, bastırılanın er ya da geç geri döneceğiydi, insanın yüzleşmekten sonsuza kadar kaçamayacağı… Uzun çalışmalar sonucunda böyle bir hikâye çıktı ortaya.

 İnci, bir yandan naif ve kırılgan bir yandan da güçlü bir karakter. Yalnız ve kendini çaresiz hisseden kadınlara ne tavsiye edersiniz?

Talar ve Sedef olmasaydı, İnci evden çıkamazdı, belki çok daha kötü bir evreye evrilirdi ruh hali. Başka kadınlarla bir araya gelmek, dostluğu hayatın merkezine almak güçlenmek için önemli.

 BABALIĞIN HAPİSHANESİ

 Çok düşkün olduğu babasını yitirince büyük bir yalnızlıık duygusuyla sarsılıyor İnci. Sevgi de tüm ihtiyaçlar gibi kontrollü mü tüketilmeli?

İnci’yi darmadağın eden babasını kaybetmek değil sadece, yalnız kalmak. İki kişilik bir ailede biri gidince kalan kime yaslanır, diye soruyor kendine. Babasının onu hapsettiği bir dünyada yapayalnız kalıyor. İnci’nin mutsuzluğunu bu bağlamda değerlendirmek gerek, babasına duyduğu sevginin gücü ile ilgili değil bence bu.

 YALNIZ OLMADIĞIMIZI BİLMEK ÖNEMLİ

 Kadına şiddet ülkemizin hiç kapanmayan yarası. Bir kadın olarak bu konudaki düşüncelerinizi ve varsa çözüm önerilerinizi almak isterim...

Erkek şiddetinin her türlüsünün farkında olmak gerek, fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik… Şiddete maruz kaldığımızda korku ve çaresizlik duygumuz artıyor, kendimizi yalnız hissediyoruz. Yalnız olmadığımızı bilmek önemli, diğer kadınlarla dostluk kurmak, dayanışmak… Diğer yandan, devletin alması gereken sorumluluklar var ve bu konuda çalışan sivil toplum kuruluşları ne yapılması gerektiğini sürekli raporluyor.

 BU ÇAĞI BELİRLEYEN ŞEY, HIZ!

 Ülkemizdeki edebiyat ortamı, dergilerin, yayınevlerinin ağırlığını çok daha fazla hissettirdiği dönemlere göre çoraklaştı mı?

Dünya sürekli değişiyor, insanların istek ve ihtiyaçları, hayatla kurdukları bağ değişiyor. Bu yeni bir durum da değil, insanlık tarihi boyunca böyleydi. Değişimlerin hızı, bu çağın farkını belirliyor sadece. Edebiyatla, sanatın diğer alanlarıyla kurulan ilişki de farklılaşıyor. Çoraklaştı demek yerine farklılaştı demeyi tercih ederim. Diğer yandan, yazarlık atölyelerine, genç ve kadın yazarların sayısına, yabancı dillerden çevrilen kitapların sayısına, dijital ortamda yayınlanan kitap miktarına, sesli uygulamalara vb. bakınca ben kötümser bir tablo görmüyorum.

 Edebiyata dair çok telif ve çeviri inanılmaz sayıda kitap yayımlanıyor. bu çokluk size göre olumlu bir gelişme mi?

Çokluk ve çeşitlilikten yanayım her zaman. Okur seçimini yapar, zaman seçimini yapar, bazı eserler parlar, bazıları söner. Okura ve zamana güvenirim ben. Koşulları el verdiğince, ve elbette yayın ilkeleri doğrultusunda, yayıncıların buna aracılık etmesini sorumluluk olarak görüyorum.

 Bundan sonrası için neler planlıyorsunuz?

Hikayeleri seven insanların ne okuyacak ne de anlatacak hikayeleri biter. Benim de kafamda o kadar çok mesele ve hikâye var ki, hangisi varlığını yoğun hissettirirse onu seçip yazacağım.