Duayen gazeteci Taha Akyol, “Türkiye’nin Hukuk Serüveni” isimle eserinde, İslam’ın başlangıcından Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar olan dönemde adaletin nasıl geri gittiğini az ve öz ama etkili olarak anlatır. Neredeyse bir nefeste okunan bu ibretlik eseri başta hararetle tavsiye ederim.
Osmanlı’nın son zamanlarında, tebaalarının Osmanlı tebaası ile olan davalarının daha iyi görülmesi için Avrupa ülkelerinin konsolosluklarında mahkemeler kurulmuştu. Ekonomik alandaki kapitülasyonlardan sonra konsolosluk mahkemeleri ile yargı yetkisini de kısmen devreden Osmanlı İmparatorluğu egemenliğin en önemli iki unsurunu elinden bırakmıştı. Cevdet Paşa’nın, içtihatların özünden Mecelle’yi ortaya çıkardığı Tanzimat döneminde girişilen yargıyı düzeltme çabaları başarılı olamadı. Ticaretin yabancıların tekelinde olduğu bir düzende, kapitülasyonları kaldırmadan, ticarette ve dolayısıyla güncel uyuşmazlıklarda taraf dinamiklerini ve dengesini oluşturmadan iyi çalışan bir yargı sistemi kurmak da mümkün değil.
Ortadoğu tarihi konusunda uzman rahmetli Prof. Bernard Lewis’in “Hata Neredeydi” isimli eserinde tarif ettiği üzere o tarihlerde felsefe, bilim, zenginlik ve askeri güçte geri kalmış Osmanlı ile Avrupalılar arasındaki devasa farkı kapatmak için kapitülasyonları ve yabancıların konsolosluk mahkemelerini kaldırmak da bir işe yaramazdı. Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyetin kurulması ve hemen her alanda gerçekleştirilen devrimlerle Türkiye aradaki farkı kapatmaya başladı. Ancak hâlâ, tam olarak Batı uygarlığını yakalamış değiliz; felsefede, demokrasi, hukuk, sanayi, dijital ve yeşil dönüşüm, yapay zekâ gibi birçok konuda yapmamız gereken çok şey var. Sevindirici olanı, cumhuriyetin başında kaynaklarımız kısıtlı iken şimdi çok zengin, çağdaşları ile aynı seviyede ya da ileri bilgiye sahip insan kaynağımız ve imkânlarımız var. He alanda kendi söküğümüzü kendimiz dikecek, aklımızı kullanarak özgün ve ileri çözümler üretecek kapasitemiz var. Fakat siyasi alanda yönetici kesimin sorumsuz ve keyfi davranışları, Avrupalılara öykünmesi yüzünden, telkinleri ile sistemlerini ithal ederek kendi kendimize köstek vuruyor, sorunlarımızı gereksiz yere büyütüyoruz.
Bunlardan bence en kritik olanı Avrupa Birliği’ne (AB) tam üyelik görüşmelerinin hızlandığı 2010 yılı civarında, AB’nin önermesi ve fonlaması ile istinaf mahkemeleri kurulması oldu. İlk bakışta bile yargının iş yükünü artıracağı, içtihat farklılığını kat be kat büyüteceği, zaten uzun süren yargılama süresini en az üçte bir oranında artıracağı, üstelik duruşmalı temyizi yerine getiremeyeceği belli olduğu halde istinaf mahkemeleri kuruldu. Bu sorunların hepsi gerçek oldu. İstinaflar zaten sorunlu olan yargı sisteminde yeni sorunlar yaratan ilave bir kambura dönüştü.
Geçenlerde Hürriyet Gazetesi’nin haberine göre Adalet Bakanlığı istinaf mahkemelerini atlayacak bir temyiz çalışması üzerinde duruyormuş. 10. Yargı Paketinde yer alması beklenen bir düzenleme ile Yargıtay yolu açık olan davalarda istinaf mahkemesi atlanacak, doğrudan Yargıtay’a gidilecekmiş. Lüzumsuz bir kambur olduğu ortaya çıktığına göre, zamanla bütün davalarda atlama imkânı vermek zorunda kalırlar. Böylece boşa çıkan istinaf mahkemelerinin Türkiye’nin gerçeklerine uymadığı ortaya çıkmış olur.
Ancak bu kadar birikimden sonra istinaf mahkemeleri kapatmak hiç de kolay değil. Kapatmak yerine akıllı bir geliştirme ile yargının bütün sorunlarında hızlı iyileşme sağlanırken mevcut sistemi daha ileri bir sisteme dönüştürülebilir. Bunun için yapılması gerekenler oldukça basittir: Şöyle: 1) İlk derece mahkemeleri delil toplama, sorgulama ve önleyici tedbirleri alan Adli Hazırlık Mahkemeleri’ne (AHM) dönüştürülür 2) AHM'ler delil toplamayı hızlandırır ve dosyaları tek celse duruşma için hızlıca tekemmül ettirir; süreçte tarafların uzlaşmasını ve büyük oranda sulh olmalarını sağlayarak iş yükünü azaltır; aynı zamanda halka ayağında hizmet götürür; 3) İstinaf mahkemeleri AHM'lerin hazırladığı dosyalarda tek celsede duruşmalı yargılama yaparak karar verir; ayrıca AHM'lerin tedbir ve benzeri kararlarını inceler; 4) Yargıtay ise suni yollarla zorla azaltılan bir kısım işlerde değil doğal olarak uzlaşma ile dosya sayısı azalan her işte temyiz mahkemesi ve içtihat mahkemesi olma işlevlerini tam yerine getirir. Bunu yapmamıza ne engel var?