Milletvekili Garo Paylan, ‘TBMM’de Ermeni soykırımının kabul edilmesi için verdiği teklif sonrasında’ lince uğradığını, hâlbuki bu teklifi yedi yıldır verdiğini, bu şekilde Türkiye’nin geçmişle yüzleşme defterini kapattığını, BBC Türkçe’ye ifade etti. TBMM Başkanı bu teklifi iade etti. Ne oldu da, bu yıl, bu teklife siyasi partilerce ve kimi sivil örgütlerce ciddi bir tepki gösterildi? Cumhurbaşkanı Erdoğan, bu meselenin Türkiye açısından ‘mesnetsiz, haksız ve hakikatlere aykırı’ olduğunu belirtti. Ayrıca ‘Türkiye’nin uluslararası ilişkilerinde yıkıcı etkisi olduğunu, kendisinin belgelerle konuştuğunu, 24 Nisan’ın İnsani trajedi (soykırım anlamında) olmadığını, rakamların abartıldığını, Türkiye’ye riyakâr davranıldığını, bu sorunun tarihçilere bırakılmasını gerektiğini, ortak tarih komisyonu kurma ve arşivleri açma fikrine Ermeni tarafının destek vermediğini ve bu kararların Türkiye’yi üzdüğünü’ ifade etti.

Türkiye, Ermeni meselesine, 1980’li yıllarda, ne yazık ki, hazırlıksız yakalandı ve bu meseleyle mücadele yöntemini de geliştiremedi ve yetersiz kaldı. Bu mesele, ASALA’nın diplomatlarımızı katletmesiyle Türkiye’nin gündemine ciddi biçimde girdi. Elbette ki meselenin tarihsel kökeni çok eski devirlere, Osmanlılar dönemine, ‘on dokuzuncu yüzyılın sonlarındaki Şark meselesine’, kısacası Osmanlı toprakları üzerindeki emperyalizme kadar iner, ama Cumhuriyetin kurucuları bu meseleyle kendilerine göre mücadele etmişler, gerekli tedbirleri almışlar ve büyük ölçüde de başarı kazanmışlardı.

KÖTÜ ORGANİZASYON

Sorun, 1980’lerden sonra Ermeni tezlerine cevap verecek Türk idareci ve akademisyenlerin bulunmayışı ve genel olarak ifade edersem, bu meseleyi uluslararası düzeyde idare edebilecek diplomat veya temsilcilerimizin olmayışıydı. İnsiyatif, her zaman kendi tezlerini uluslararası alanda var gücüyle savunan Diaspora Ermenileri ve Milliyetçi Ermenilerin elinde kaldı. Bugün de durum ne yazık ki böyledir. Türkiye kendi tezini uluslararası seviyede anlatamıyor. İyi bir organizasyon yapamıyor.

Kapitalist toplumlara yönelik bir anlatım ve pazarlama yönetimi yok. Türkiye kendi resmi kurumlarıyla ve faaliyetleriyle, klasik eski yöntemlerle bu tezi çürütmeye çalışıyor. Ancak bu yaklaşım, yukarıda belirtiğim gibi, mücadelede yetersiz kalıyor. Örneğin, Devlet Arşivleri Müdürlüğü (eskiden: Başbakanlı Osmanlı Arşivi)  bu konu üzerinde birçok resmi yayın yaptı. Devlet Arşivinden bulunan Ermenilerle ilgili arşiv belgeleri sansürsüz biçimde kitap halinde yayımladı, ancak Ermeni müddeiler bu kitapları resmi yayın olduğu gerekçesiyle dikkate bile almadılar. Hâlbuki bu yayınlarda Ermenilerle öyle ciddi bilgiler vardı ki, bu bilgileri bu konu üzerinde çalışanlar değerlendirmediler. Zira Türkiye’nin resmi yayınlarına karşı bir önyargı var. 1992’de Marsilya’da yaşadığım bir olayı anlatayım: Bir meslektaşımla birlikte Marsilya Üniversitesinin kütüphanesine gittik. Kütüphaneciden Türk ve Türkiye tarihi üzerine kitap talep ettik. Fransız kütüphaneci bize, Batı dillerinde yazılmış Ermeni tarih kitaplarını getirdi. Biz başkaca kitap olup olmadığını sorduğumuzda, ‘Türkiye tarihi Ermeni tarihidir, başka kitap yoktur’ yanıtını aldık. Hâlbuki o yıllarda Türk Tarih Kurumu, Ermeni meselesi üzerine birçok yabancı dilde kitaplar yayınlıyor, bunları milletvekillerine, elçiliklere ve bunları Avrupa çeşitli akademik kurumlarına gönderiyordu. Ancak bu kitaplar okuyucuyla buluşmadı, kütüphane raflarındaki yerini alamadı. Bunun nedeni, Türkiye’nin tek taraflı resmi yayını olduğu gerekçesiydi.

ETKİYİ GÖSTEREMEDİ

Dolayısıyla Türkiye’nin tezlerini içeren bu kitapları bir şekilde bu kütüphanelerde okurlara ulaştırmanın ayrı bir iş olduğu, sadece postayla bir yerlere göndermenin yeterli olmadığı ortaya çıktı. Bu kitaplar belki de sadece iç kamuoyundaki akademisyenelere faydalı olabilirdi. Ancak bu akademisyenlerin de bu kitapları dikkatlice inceleyip, refere ettiğini düşünmüyorum. Dolayısıyla Türk hükümetlerinin bu ‘samimi’ çabası, ne yazık ki, ‘resmi ve katı devletçi anlayıştan dolayı’ hem içte hem de dışta gereken etkiyi yapmadı. Bugün Türk akademisyenlerin kütüphanelerinde bu tür kitaplar rafları boş yere doldurmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu söylediklerimden, Devlet Arşivleri Müdürlüğü ve Türk Tarih Kurumu gibi resmi devlet kurumlarını suçladığım anlaşılmasın. Yöntem ve pazarlamanın yanlışlığından söz ediyorum. O yıllarda resmi mücadele anlayışı böyleydi. Şimdi de bu anlayış kısmen bu şekilde gidiyor. Hâlbuki bu tür faaliyetleri sivil inisiyatife vermek, yayınları Batı dillerinde yayımlamak ve Batılılara okutulmasını sağlamanın daha iyi olduğunu düşünüyorum. En azından Batılı okurların kafasındaki ‘Türk önyargısını’ minimize etmek bile büyük bir başarı olarak görülmelidir. Türkiye idarecilerinin ve akademisyenlerinin, bu meseleye, fikri olarak Ermeni tezlerini çürütecek üst seviyede bir argüman geliştirememelerinin en büyük nedeni de bilgisizlikten kaynaklanıyor. Hâlbuki Ermeni tarihinin kaynakları büyük ölçüde Türkiye arşivlerinde yatıyor.  Kısacası Türkiye’nin elinde, Diaspora Ermenilerinkinden daha fazla bilgi ve belge var, ama her nedense, bu bilgiler, helva yapılıp tüketicilerine sunulamıyor. 1915 Olaylarından üzüntü duymak, Ermenilerin acılarını paylaşmak, insani açıdan değerli bir davranış olabilir ama meseleyi çözmüyor. Son yıllarda ulus-devlet simge ve imgelerinin de ortadan kaldırması, bu mesele üzerinde uğraşan birkaç ciddi Türk akademisyenlerin de çalışma azmini kırıyor. Ermeni tarih ve kültürü üzerine uzman olmayan kişilerin yayın organlarında ‘geçim kapısı olarak’ bu konu üzerinde keyfîce fikir beyan etmeleri, bu konunun daha da karmaşıklaşmasına sebep olmuştur. Elbette herkes görüşünü açıklayabilir, ama takdir edilmelidir ki, bu sorunun özünü anlayacak, uzlaşma sağlayacak ve çözecek olan kişilerin, Osmanlı Türkçesinin yanı sıra, Ermenice ve Batı dillerini bilen kişiler olması gerekir. Bunlar da Dışişleri personeli ile üniversite hocalarıdır. Hâlbuki Ermeni meselesi veya Ermeni tarihi üzerine kitap yazan ‘Türk akademisyenlerin’ neredeyse hepsinin Ermenice bilmedikleri apaçık ortadadır. Sorunu anlamadan, asli bilgilere ulaşmadan, bu sorun nasıl çözümlenebilir? Daha kaç Ermenin öldürüldüğü konusunda, yani rakamlar konusunda bile iki taraf arasında bir anlaşma sağlanmış değildir. 1980’li yıllarda bile, bu meseleyi çözmekle resmen görevlendirilmiş Türk yetkililerin, Osmanlı imparatorluğundaki Ermenilerin yayılış bölgeleri, nüfusları ve statüleriyle ilgili sağlam verilere sahip olmadıklarını rahatlıkla ileri sürebilirim. Ermeni tezi müddeileri, bu konuda çeşitli rakamlar ortaya atınca, bu rakamların doğru olup olmadığı konusunda Türk arşivlerinde araştırma yapılıyordu. Sadece Osmanlı vilayet salnamelerindeki rakamlara göre, II. Abdülhamit devrinde, Ermeni nüfusunun değerlendirilmesinin doğru olmadığı; Osmanlı belgelerinin bile kendi nüfus rakamalrının birbirleriyle nakzettiği bir ortamda, rakamlar konusunda, bir uzlaşma sağlanabilir mi? Türkiye’de birtakım ‘Ermeni sorunu uzmanı’ geçinen kişilerin ‘Ermeniler diasporasından çıksınlar, Ermeni sorununda değişim zamanı’ gibi keyfi ve hiçbir değeri olmayan yaklaşımlarla, bu köklü sorunu çözmek mümkün olabilir mi? Çok taraflı olduğundan, talimatla çözülemeyeceği aşikâr olan bu sorununun, yılgınlık, bıkkınlık, fasiflik ve vurdumduymazlık gibi tavırların bir tarafa bırakılarak, yeniden ciddi biçimde, sivil insiyatifle ele alınması ve doğru görüşlerin halka anlatılarak bir kamuoyu oluşturulması gerekiyor.

Kuşkusuz bu olaylardan bugünkü Türkiye halkı sorumlu tutulamaz. Türkiye’den de toprak ve tazminat talebinde bulunulamaz. Emperyalistlerin başarısızlığından, Türkiye halkı sorumlu olamaz. Olmamalıdır da.

Yüzyıllardır hep birlikte yaşyorlar

Sadece tarihsel tezlerle sınırları değiştirmenin mümkün olmadığını, askeri tarih okuyanlar bilirler. Ayrıca daha geniş bir Ermenistan’ın kurulamamasından da son Osmanlı idarecileri ile ilk Türkiye yöneticileri sorumlu tutulamaz. Neticede Rusya ve Batılı emperyalistlerin oyununa gelen Milliyetçi Ermeniler, tüm ermeni milletinin kaderinde olumsuz bir rol oynadılar. Binlerce masum Ermeni’nin de Anadolu’dan atılmasına sebep oldular. Hâlbuki Osmanlı arşiv belgelerin incelendiği zaman, Anadolu’nun hemen her yerinde Ermenilerin yüzyıllardır Türklerle (İslam) birlikte yaşadıkları anlaşılıyor. Ama 19. Yüzyıl sonlarında bir avuç Ermeni milliyetçisinin, Rusya ve Batılı devletlerin desteklerini arkalarını aldıklarını sanarak, Şark Sorunundan kârlı çıkacaklarını düşünerek, Kürtler, Yezidiler, Süryaniler, Türkler ile mücadele ederek, Büyük Ermenistan’ı kurma hayalleri, binlerce Anadolulu masum Ermeni’nin ne yazık ki hayatını kökten karartmıştır.