Güneşin ak sıcağında/Yanar yanar kavrulurlar/ Sabahın seherinde/ Güneşten önce doğar onlar (Toprak ve Kadın-Av.Semihat Karadağlı)
Kabus gibi günlerimiz! Bir yüzyıla sığacak felaketleri peşpeşe yaşıyoruz. Pandemi, depremler, salyalı denizlerimiz, mülteci krizi, delik deşik sınırlarımız. Şimdi de doğuda seller ve batıda yangınlar. Çoğunluğu yerleşim birimlerinin olduğu bölgelerde 132 yangın çıktı son beş günde. Türkiyem cayır cayır yanıyor. Canlarımız gidiyor. Herkes başının çaresine bakmaya çalışıyor. Öncesinde alınmayan önlemler, akıldan, izandan yoksun açıklamalar. Kahrolası terör örgütü PKK ile muhalefeti bir araya getirip komplo ortağı yapanlar. Yandaş medyada linç listeleri. “Dış güçler, iç güçler, devleti zayıf gösterme faaliyeti” gibi anlamsız propagandalar. Yarı kamu kuruluşu, bugüne kadar orman yangınlarını söndürmede uçaklarıyla başarıyla mücadele etmiş, şimdi devre dışı bırakılmış Türk Hava Kurumu (THK).
Perde arkasında Cumhuriyet’le, geçmişle hesaplaşmada hedef, kurban derisi rantıyla hedefe oturtulmuş THK! Başkanı, ormanlar yanarken düğüne giden THK! Cumhurbaşkanlığı envanterinde 13 uçak, 3 helikopter varken, tek söndürme uçağımız yok! TBMM’de ciddiye alınmayan orman yangını araştırma önergeleri. “Milletimiz cömerttir” deyip, utanmadan vatandaştan IBAN isteyenler! Kafasına da keyif çayı fırlatılan ciğeri yanık insanlarımız! Çıra gibi yanıyor köyler, mahalleler. Seyirciyiz. Ekranda görüntülerini gördükçe Behramoğlu Usta’nın dizelerini haykırıyorum; “Kendim ve herkes için ağlıyorum/ Tamamlanmamış bütün bu yazgılara”
TV’lerdeki her “Son Dakika” bizleri kahrediyor. Gerçekten biri ötekinden beter! Tam bir felaketler sarmalındayız. Nefes alıp vermek güçleşti! Aydınlık ve güzel ülkem, felakette yapayalnız. Yangın yerinin göbeğindeyiz. Ülkem yanıyor! Türkiyem tükeniyor! Acısını, çaresizliğini elbette tarih yazacak! Kutuplaştırıcı kin nefret dolu kibirli siyaset diline, yetersizliğe, sorumsuzluğa, beceriksizliğe, vurdumduymazlığa isyanı da! Şairin dediği gibi, “Ben bu çağdan etimle kemiğimle nefret ettim!”
***
Bu felaket sarmalından bir fotoğraf karesi günlerdir hiç aklımdan çıkmıyor. Köyceğiz-Yangı’da makilik alandaki yangına müdahale eden orman işçilerine arazöz hortumunu, sırtlarına alarak taşıyan kadınların fotoğrafı. En öndeki 19 yaşındaki Merve Koçyiğit, peşinde arkadaşları omuzlamışlardı hortumu. Bir serçe çığlığıydı onlar… Sosyal medyada Kurtuluş Savaşı’mızda cepheye kağnılarla mermi taşıyan kadınlarımızın fotoğraflarıyla beraber yan yana binlerce kez paylaşıldı bu fotoğraf. Ben 40 yıla yaklaşan mesleğim gereği siyaset dünyasında, spor alanlarında, polis adliye haberlerinde, askeri tatbikatlarda, toplumsal olaylarda, afetlerde binlerce fotoğraf çektim, meslektaşlarımın da binlerce fotoğrafına da tanık oldum. Ama bu fotoğrafı görünce bir başka oldum! Bir yanım hüzün, bir yanım müthiş sevgi ve saygıyla doldu. Kurtuluş Savaşı’ndaki, Nazım Baba’nın deyişiyle “Anamız, avradımız, yârimiz/ ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen” kadınlarımızdı onlar! “Bizim kadınlarımız”… Bilgeye göre göğün yarısı, Mustafa Kemal Atatürk’e göre de göğün tamamıydı o kadınlarımız!
***
Melih Cevdet Anday ne güzel yazmıştı Telgrafhane’de şu dizeleri: “Uyumayacaksın/ Memleketin hali/ Seni seslerle uyandıracak/ Oturup yazacaksın”
Ben de “ses vermek” istedim, “uyuyamadım”, o sesler beni uyandırdı! Oturup yazdım Köyceğizli Merve’yi, yoldaşlarını, felaket sarmalında erkekleriyle tarih yazan kadınlarımızı! Kalbime de!..