Felsefeyi tarih ve edebiyatla harmanlayan yapıtlarıyla bildiğimiz Sadık Usta şöyle açıklıyor felsefeyi ve işlevini: Hayatımıza uygulamamız gereken bir düşünce ve yaşam yöntemidir felsefe. İnsanın kendi hayatını kendince inşa edebilmesine yardımcı olur, mutlululuğa ve özgürlüğe vesiledir.

Felsefeci, yazar Sadık Usta, Şüphenin Tarihi, Fıçılarda Yaşamak, Ütopya ve Masalbilim, Sparta ve beş ciltlik Dünyayı Değiştiren Düşünürler (Kafka Kitap) gibi yapıtlarıyla, tarihi ve felsefi konuları kolay, sade bir dille anlatarak büyük bir iddiayı ortaya koyuyor:
Her insan bilginin sahibi olabilir, yaratıcı düşünmenin metotlarını öğrenebilir.
Duruşu, yaptıkları, yazdıkları ve heyecanıyla ülkemizin önemli düşünce emekçilerindendir Sadık Usta.
İspanyol yazar Javier Marias Yarınki Yüzün adlı romanında "Anlatmak her zaman bir armağandır, anlatılan hikaye zehir saçsa bile" demişti. Usta zehir değil, kolaylığı bilgiyle kendi ustalığınca birleştirerek sunar size.
Beatrice Colomina da "Her pencere, pencereden bakan kimse olmasa bile, iki taraftan da bir bakış oluşturur" demişti.
Sadık Usta'nın kitapları pencere gibidir. Ne taraftan bakarsanız bakın, bilgiyi, doğruyu ve gerçeği aynı şeffaflıkta görürsünüz...
Onunla söyleşimizde bilgiyi, tarihi, felsefeyi ve insana dair kadim sorunları konuştuk.
Özellikle öğrencilik yaşamınızda türlü sıkıntılarla boğuştuğunuzu biliyoruz. Bize biraz yaşamınızdan söz eder misiniz?
Kahramanmaraş’ta, yoksul bir ailenin dördüncü çocuğu olarak 1960 yılında dünyaya geldim. Öğrencilik hayatım yokluklar içinde geçti. Bırakın kitap ve defteri, karnımı doyuramadığım günler oldu. 80 öncesinin siyasi olayları da detlerime eklenince 16 yaşında Almanya’ya taşınmak zorunda kaldım.
Orada sıkıntılarınız sona erdi mi?
Maddi anlamda evet ama bu sefer de yabancı bir ülkede yaşamanın yarattığı “hiçbir yere ait olamama” ruh hali ortaya çıktı.
Nasıl üstesinden geldiniz?
Yokluklar insanı hem yaratıcı hem de azimli kılabiliyor. Sanırım bu sorunlar, bilincimi ve karakterimin biçimlenmesini sağladı.
Nasıl yaptı bunu?
Mesela müthiş bir okuma alışkanlığı. Çocukluğumdan beri hep okurdum ve okuma tutkumu hiçbir koşulda da yitirmedim.
Sonra döndünüz yurda…
Evet. Orada üniversite yıllarımı da farklı dertlerle geride bırakıp ülkeme döndüm. 1991’den bu yana Türkiye’deyim.
Geçmiş; tarihi, mitolojisi, felsefe ve edebiyatıyla sizin yazım biçimini ve içeriğini belirledi. İsterseniz biraz da bunlardan söz edelim…
Ondan öncesi de var. Daha ilk gençlik yıllarımda fark ettim, maddi eşitsizliğe, bilgisizlik ve cehaletin eşlik ettiğini. Ömürleri sefaletle geçen insanların cahil bırakıldıklarını, daha en başta yakın çevremdeki insanlarda gözlemledim. Bu yazgı değişmeliydi. Bu yüzden 12-13 yaşımda toplumsal gerçekçi edebiyata ilgi duydum. İlk okuduğum romanlardandır Yılanların Öcü. Sonra Kurtuluş Savaşı’nı anlatan basit romanlar okuduğumu hatırlıyorum. İki düşünsel alan hep zihnimdeki gelişmeyi belirledi: özgür vatan sevgisi ve eşitlik arzusu.

3-81

İNSAN İYİ İLE KÖTÜYÜ DİNLERDEN ÖNCE BİLİYORDU

Daima iyiye ve güzele ulaşmak istiyoruz. Doğuştan genlerimize yerleştirilmiş engeller mi var ki bunu beceremiyoruz?
Tektanrılı dinlere göre insan kötülükle bezenmiş bir mahluktur. Adem ile Havva kıssasından bu yana bu böyledir.  İnsan evladı aldatılmaya, günah işlemeye müsait ki özellikle de kadınlar böyledir ve öbür dünyada yaptıklarının hesabını vermesi gereken bir “mahluk”tur. Bazı görüşlere göre de insan, iyi doğar ama içinde bulunduğu toplum tarafından dejenere edilir ve günahkâr bir birey haline gelir.
Bunlar doğruysa o vakit yazgımıza teslim olalım…
Aslında gerçek bu iki uç görüşün de dışında. İnsan fani bir varlık olduğunun farkındadır. Sadece canlılar değil cansız varlıklar için de başlangıçta iyi ya da kötü değildir. Örneğin su, bağı bahçeyi sulamak için faydalıdır. Ancak yağmur çok fazla yağarsa bütün mahsul ziyan olabilir.  Dilimizi sevgimizi ifade etmek için de kullanırız, hakaret etmek için de. İnsan, sabırsız, hırslı ve zalim olduğu gibi merhametli, cömert ve sabırlı da olabilir.
Birçok toplum ve topluluk, dinsel inancın insanı kısmen ya da tamamen iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa ulaştırdığına dair umutla yaşıyor…
İnsanların ancak inançlı olduklarında “iyi” ve “ahlaklı” insanlar olabilecekleri düşüncesi, baştan sona temelsiz bir beklentidir, dahası safsatadır. Elbette her ideoloji ve felsefi düstur gibi, dinlerin de toplumsal yaşamdan çıkardığı bazı ahlaki ilkeleri vardır. Fakat bu ilkeler olmazsa ya da insanlar inançsız olursa, bu ilkelere riayet edilmeyeceğini sanmak derin bir yanılsamadır. Dinlerin daha adı okunmazken insan dayanışmayı, cömertliği, birbirine güvenmeyi, yardımlaşarak başarılı olmayı, gerektiğinde cesur olmayı, başkalarını korumayı, zayıf olana merhamet göstermeyi biliyordu.

Utopya Ve Masalbilim

FELSEFEDEKİ EDEBİYAT, EDEBİYATTAKİ FELSEFE

Edebiyat ve felsefe arasındaki ilişkiye dair atölyeler düzenliyorsunuz. Katılımcılar neler öğreniyor bu atölyelerde?
İnsanlık tarihinin en eski edebi metinlerinin başında Gılgamış Destanı gelir ve derin felsefi içeriğe sahiptir. Felsefeyle edebiyat birlikte doğmuş ve birbirini büyüterek yeniden yaratmıştır. Hangi eseri ele alırsak alalım, temelinde insanın varoluşsal sorunları yatar. Yazarlar bir eserle, toplumsal veya kişisel bir soruna parmak basarak, zihinsel veya çevresel çelişkiye dikkat çekmek ister. Edebi eserlerde dile gelen sorunların derinlemesine kavranması, okunan eserden zevk alınması, ancak felsefi okumalarla, tartışmalarla ve incelemelerle mümkündür.
Ya felsefedeki edebiyat!..
Felsefi metinler de çoğunlukla edebi bir tatla yazılır. Platon’un eserlerini okuduğunuzda, kendinizi sanki canlı bir tartışma toplantısında ya da bir tiyatrodaymışsınız gibi hissedersiniz. Yine birçok filozof eserlerini kaleme alırken, konuşmanın akıcılığını ve ikna ediciliğini kapsayan retorikten ve üslubun kıvraklığını ve güzelliğini ifade eden estetikten yararlanır.

Süphenin Tarihi

DÜNYANIN HUZURLU DÖNEMLERİ

Kitaplarınızda çağdaş insanın sorunlarını ve açmazlarını düşünce tarihinden örneklerle açıklıyorsunuz. Galiba insan geçmişten ibret filan almıyor!..
 “Geçmişten ibret alınmıyor” meselesi, aslında insanlığın temel sorunlarının değişmediğinin bir başka ifadesidir. Temelde sorunlar hep aynıdır. Özgürlük, eşitlik, zalimlik, vicdan, dayanışma, ötekileştirme, gasp, yağma, çıkar, iktidar olma, bireycilik vb kavram ve sorunlar hep vardı. Bunlar değişmiyor fakat kavramların içeriği değişiyor.
Sparta - İlkçağ Ütopyaları yenilenmiş edisyonuyla okurlarla buluştu. O kitabınızdan hareketle soruyorum. İnsanlığın saf huzur ve mutluluğu yakaladığı dönemleri oldu mu?
Zor bir soru! Zorluğu şurada ki her dönemde adil bir yaşamın yanı sıra zalimlikler de başgöstermiştir. Ancak kaba hatlarıyla şu söylenebilir: İnsanlığın nispeten feraha ve rahatlığa kavuştuğu veya ileriye doğru hamleler yaptığı dönemler olmuştur. Rönesans’la birlikte yeni bir çağa adım attığımızı, birçok şeyin aydınlandığını ve bir bakıma, aydınlığa çıkıldığını söyleyebiliriz. Aynı şekilde 18. Yüzyılın sonlarından itibaren, özellikle de Amerikan ve Fransız Devrimi’nden sora insanlığın özgürlüğün ve mutlu olmanın tadına vardığını düşünebiliriz. Bizim toplum açısından bakarsak, belki bunu 1930’lardan sonraki dönem için söyleyebiliriz.

19-9

SORGULAMAK VE ŞÜPHE DUYMAK

“Felsefeyi bir ders ya da görev gibi değil, bir yaşam tarzı ve düşünme biçimi olarak kabul etmeliyiz” diyorsunuz. Felsefe bizi nereye ulaştırır?
Felsefe bir yaşam kılavuzudur. Felsefe, hayatımıza uygulamamız gereken bir düşünce ve yaşam yöntemidir. Bunu yaptığımızda felsefenin temel kavramlarını da hayatımızda uygulamış oluyoruz: sorgulamak, şüphe duymak, akla başvurmak ve geleceği öngörmek. Bu ilkeler, sadece toplumların hayatında uygulanmak için değil, en çok da tek tek bireylerin kendi hayatlarını inşa etmeleri, mutlu ve özgür olabilmeleri için gereklidir.
Peki ya bilgi!.. Güzele ve doğruya ulaştıran bir güç müdür bilgi?
Her zaman değil. Bilgi, nesnel dünyanın yanı sıra kendi benliğimiz hakkındaki somut veriler ve kanaatlerdir. Kuşkusuz bilgi bizi zihnen çoğaltır, fakat bu bizi mutlu etmeyebilir. Bilgiyle daha derin ve çok yönlü düşünmesini öğreniriz fakat bu bizi doğruluğa götürmeyebilir. Bilgi kötülük için de kullanılabilir.
Felsefeci kimin tarafındadır?
Felsefeci bir kıyma makinesi değildir. O, toplumda yaşayan, eziyet gören, kaygı duyan, öfkelenen, sevinen, yardımlaşan, mutlu olan ve hatta lanet bir şekilde haksızlığa başvuran bir insandır da. Felsefeci politik bir insandır da. Bilimi, kültürü, edebiyatı, sanatı, dili ve siyaseti belli bir perspektiften hareketle görür, yorumlar ve anlamlandırır. Çünkü felsefeci, politik bir insan olarak toplumun veya insanların belli bir konuya belli bir bakış açısıyla yaklaşmasını tavsiye eder.
Şüphenin Tarihi'nde M.Ö. 1000 yılında "insanlığın ortak bir kültür" yarattığını anlatıyorsunuz…
İnsanlık yerleşik kültüre Mezopotamya’yı da içine alan Bereketli Hilal bölgesinde geçti. Bu tahminen 15 bin yıl önceydi. Sonraki binyıllarda Çin’de, Hindistan’da, Mısır ve Mezopotamya’da (Amerikan ve Avustralya kıtalarını saymıyorum) birbirinden uzak ve farklı uygarlık vahaları yeşermişti. İlk kez Büyük İskender MÖ 330’da Avrupa’nın, Asya’nın ve Afrika’nın bilinen topraklarını bir devlet altında toplamayı başarmıştı. Bu muazzam bir kültürel harmanlanmaya yol açmıştı. Bu tarihten sonra da insanlık, ortak bir kültürel-uygarlık damarında yoluna devam etti. Tarihsel gelişme açısından Büyük İskender’in Doğu ve Hindistan seferi, muazzam bir uygarlık başarısıdır.
Sparta

Sadık Usta: Bütün eserlerin temelinde insanın varoluşsal sorunları yatar. Yazarlar bir eserle, toplumsal veya kişisel bir soruna parmak basarak bir toplumsal, zihinsel veya çevresel çelişkiye dikkat çekmek ister.