Üç gün önce ulaştım. Merakla bekliyordum. Turgut Özakman hocam “İyi yazılmış kitaplar güzel kokar” derdi. Güzel kokuyordu, oylumu ağırlığı ve hele ki incelikle tasarlanmış kapağı “Beni hemen okumalısın” diye insanı kışkırtıyordu. Kokusundan mı başladım söze? İçi dışı, özü biçimi, anlatanı anlatılanı ile bu kitap tepeden tırnağa “Sevgilim İzmir” kokuyordu. Uzun yıllardır ben bu kenti “Sevgilim” olarak anar, tanımlar, konuşur, yazarım. Bu kitaptan –Bütün iyi kitaplar, biraz da gerçeklere çağırdığı, öğrettiği, anımsattığı için iyidir- bir gerçeği daha öğrenecektim. Kızı Özden Toker’in kitapta yazdığına göre, meğer İsmet İnönü de bu kent için “Sevgilim İzmir” dermiş. Ne ilginç, ne güzel bir benzerlik! Bundan sonra bu tanımlamayı kullanırken, “İsmet Paşanın da söylediği gibi” diyerek söze başlayacağım.
Kentimizin karıncalarından, dostlarımın ve yol arkadaşlarımın arasında özel bir yeri olan Elçin Demirtaş’ın mimarı, yaratıcısı, emekçisi olduğu “Geleceğe Örülen Kilit Taşları “ adlı kitaptan söz etmeye çalışıyorum. Kitabın adının bir üst başlığı daha var ve o bize okurken neyle ve kimlerle karşılaşacağımızı işaret ediyor: “1922-2022 İzmir’in Yüzyılına İz Bırakanlar”. Kitaba seçilen ad, üst başlık, seçilen zaman dilimi boşuna ya da rastgele değil.
1922 yılı ve takvimindeki 9 Eylül günü çok değerlidir. Bu tarihe tanık olmak, yaşamak da İzmirlileri farklı bir yere taşır. Çünkü tarih bir gün onları yani bizleri “İzmir’in kurtuluşunun 100. Yılını yaşayan, tanık olan kuşak” olarak yazacak. Umalım ki sözünü “Bunun sorumluluğunu, duyarlığını, gereklerini yerine getiren kuşak” olarak sürdürsün ve gelecek kuşakların gözüne bakacak yüzümüz olsun. Yazının konusu bu değil, zaten öteden beri anımsatmaya çalıştığımız bu durumu köpürtmek başka yazılara kalsın. Ama birkaç satırla, anma, anlatma, kutlama açısından söylediklerimi özetlemek isterim. Böylesi tarihsel yıldönümlerini anarken, bugün ve gelecek adına “mertçe ve Türkçe” konuşmak, bilgi ve belge üretmek, sonuna dek hak ettiğimiz kutlamaları bir “duruşa” evirmek zorundayız. Önümüzdeki yılın Cumhuriyetimizin 100. Yılı olduğunu bilip, yaşadığımız “ahval ve şerait” içinde geriye döndürme-geleceğe taşıma çatışmasının kaygısını duyanlar, ne demek istediğimizi gayet iyi bilmektedir. Bu bilme halidir ki, bizi reddedişin batağından da, hamasetin kofluğundan da uzak tutmaktadır, tutmalıdır. Bunun çaresi de bilgi ve belgeden geçer.
Bir kentin kimliğini, birikimini, geçmiş ile gelecek arasındaki yerini görmek-bilmek-öğrenmek isteyenlerin ilk durağı, o kentin kitaplığıdır. Bu durum, ülkeler ve tüm yeryüzü için de geçerlidir, yazımızın meramı açısından kentte kalalım. Kitaplık derken bir binadan söz etmiyorum. Anlatmak istediğim o kente dair bilgi ve belgelerden yola çıkarak yazılanlar çizilenler, çekilenler, bilimsel, düşünsel ve sanatsal yapıtlardır. Biz onlar sayesinde yinelemenin sakızlaştırmasına ya da bıktırıcılığına, tevatüre ve en vahimi nesnellikten uzaklara savrulmaya yol açan “sözlü” anlatımlardan, “yazılı” ya da belgeli yapıtlara evriliriz. Böylesi yapıtlar bizi tutarlı bir tarih okumasına, bugünü süzmeye ve geleceği öngörmeye taşır. Bunun başarılmadığı kentler ve ülkeler için sonuç bellidir: geçmişe çakılıp kalmış hamaset, her gün yenisini bulmak için yırtındığımız kes-yapıştır manşet, temelsiz övgü ya da sövgü ile duyarlıktan nasipsiz saygısızlık. Kuşkusuz bu durum aklı ve hafızayı kötürümleştirir, bilimi yavanlaştırır, sanatı çürütür. O zaman ne olur? Yanıtı için bakınız halimiz, pür mealimiz!
Elçin ve elbette yoldaşı Cenap ile giriştikleri büyük çabada düşüncesiyle, kalemiyle katkıda bulunanların verimi olan “Geleceğe Örülen Kilit Taşları” işte bunun için değerlidir, önemlidir. Tam zamanında kent ve ülke kitaplığına kazandırılan yapıt, İzmir’e gölgesini, izini, çabasını, eylemini ekleyen 33 adı, bugün değişik alanlarda üretmeye ve yakışmaya çalışan 33 kalemle anıyor, anlatıyor. Bir saygı duruşunun ötesinde, nereden gelip nereye gittiğimizi kent özelinde irdeleyen bu çalışmaya, filizlenme aşamasından bugünlere her adımında tanık olmanın, Samim Kocagöz ustayı anlatmaya çalışarak içinde yer almanın onurunu yaşıyorum.
Şimdi sıra İzmir’dedir, İzmirlilerdedir, başta yerel yönetimler olmak üzere bu kent sayesinde var olup yaşayanlardadır. Uzun söze ne gerek? Her evde olmalıdır. Olmalıdır ki bizi biz yapan mirasın ve büyük yolculuğumuzun farkına varalım, bir arada durmamızı sağlayan her kilit taşına sahip çıkalım. Elçin ve benzerleri işte bunun için çabalıyor. Değerini bilmek gerek.