Randevuyla, siparişle, teşekkür ve minnet beyanlarıyla, dereden odun kapmaya kalkışmalarla ama en çok da gerçeğin–gerçekliğin nerede başlayıp nerede bittiğinin buharlaştırılmasıyla yaşanan ve “naklen” izlenen tuhaf bir savaş belasından geçiyoruz.

Nicedir söyleyip yazdığımız ve hayli kaleme esin verdiğimiz “Neo Ortaçağ”, yeryüzünün kadim coğrafyalarını taş devrine döndürerek, insanlığı utandırmaya yemin etmişçesine hüküm sürüyor.

“Aktörlerinin ve aktrislerinin” bilgi, görgü, duruş raşitizmi; entelektüel açıdan vahim yoksunlukları, zavallı küstahlıkları ve nobranlıkları yalnızca yeryüzünün kötü bir dönemini değil, aynı zamanda bunları bu kadar yetki ve makamla donatan insanlığın ilkellik, çapsızlık ve aymazlık nöbetini de anlatıyor.
İnsan haliyle düşünmeden edemiyor: İnsanlığın göz yaşartıcı tarihini yazan bilime, sanata, felsefeye, buluşa ne oldu?
Bin kez yaşadığı kan banyoları, insanlığa hiç mi bir şey öğretmedi?
O övündüğü vicdana, ahlaka, estetik ve düşünsel kaygıyla ortaya koyduğu değerler manzumesine ne oldu?

Peygamberler, erenler, veliler, halifeler galerisi ve kutsal kitaplar, metinler kütüphanesi olan, “Oku”, “Öldürme” çağrılarının yankılandığı kadim ve uhrevi topraklar neden dünyanın en kanlı, en belalı, en kahredici coğrafyasıdır, diye insan elbette düşünmeden edemiyor.

Yeryüzünün en vahşi, en saldırgan, en emperyalist yaratığı insandır demek çok büyük bir iddia olabilir mi? Hayır.
Bunlara; en tembel, en unutkan, en kolaycı, en kurnaz ve en açgözlü nitelemelerini de eklemek gerekir.
Düşünme, konuşma, araç yapma ve kullanma yeteneğiyle öteki canlılardan fersah fersah ötede olan ve “yeryüzü efendisi” olarak yaşayan bu garip yaratığın ettiklerine, eylediklerine bakar mısınız?
On binlerce yılda ortaya koyduğu onca güzel düşünceden, eylemden, işten, üründen, birikimden bu kadar kolay vazgeçip Milattan Sonra 2025’te; kendine, halklara, canlı-cansız varlıklara, tarihe karşı işlediği suçlar utanç vericidir.
Üstünde yaşanacak ve ancak bir kere gelinecek şu güzelim dünyayı taş devrine döndürmesi hayata ve geleceğe ihanet değilse nedir?

“İnsanım” diyen herkesin bu soruları sorması, ötesine geçmesi, yetmez: çözüm üretmesi görevdir.
Hayat da, insan da, dünya da yeniden okunacak.
İnsanlık, böylesi belalardan ve onlardan beslenen insanlık düşmanlarından kurtula kurtula bugünlere geldi.
Fotoğrafı tüm açıklığıyla ortaya koymak karamsarlık ve umutsuzluk adına değildir.
Şaşı bakışların, korkaklıkların, teslimiyetlerin ve en vahimi, bütün bunları bir kader olarak görmek yerine, insanca davranmanın ve harekete geçmenin başka yolu yoktur.

Biz, bunları başarmış insanlık öncülerinin çocuklarıyız.
Hepimizin kendi alanlarında peşine düşeceği, tasarlayabileceği ve gerçekleştirebileceği işler, görevler, sorumluluklar var.
Yapabilir miyiz, ne kadar yapabiliriz, neyi ne kadar başarabiliriz, onu hayat gösterecek.

Fakat bundan daha önemli bir şey daha var:
Bir gün çocuğumuz, torunumuz karşımıza geçip “O günlerde bunca olumsuzluk yaşanırken ve dünya mahvedilirken sen ne yaptın?” diye sorarsa, gözlerine bakacak gözümüz, utançtan kızarmayacak yüzümüz olsun.

İşte insan bunun için yazar.
“Yazmak” mesleğimizin bize verdiği misyondur; bulunduğumuz yer, sorumluluğumuzun kaynağını anlatır.
O nedenle bu tanım kişisel değil, evrenseldir.

Bunu bir kalem sürçmesi olarak görebilir, yazımızın başlığını şöyle düzeltebiliriz:
İnsan bunun için yaşar.