“Delikanlım! İyi bak yıldızlara
Onları göremezsin belki bir daha...”
(Nâzım Hikmet/1932)
Kuş sesleriyle, ıhlamur ağaçlarıyla ve geniş serin ağaç gölgeleriyle ünlüydü Taksim’deki Gezi Parkı. Herşey 8 yıl önce burada AVM yapılacak diye o ağaçlardan beşinin sökülmesiyle başladı. İstanbul’dan bütün ülkeye yayıldı protestolar. Anlamı büyüktü, duyarlı sivil inisiyatifin direnişi söz konusuydu. Süreçte polisin orantısız müdahalesi, yetkililerin tansiyon yükseltici açıklamaları tepkilere tavan yaptırdı.
“Zekayla/ espriyle/ yaratıcılıkla”, müzikle, şiirle barış, kardeşlik, doğa ve yaşamı savunanların karşısında biber-portakal gazı, tazyikli su, plastik mermi, cop, TOMA’lar, panzerler, palalılar, çivili sopalılar vardı. “Duman” grubu “Biberine, gazına, copuna,
sopasına, tekmelerin hasına Eyvallah!” bestesini direnişin üçüncü gününde internetten paylaşıyordu. “Eyvallah” marş oluyordu adeta!..
Yine o günlerde “Camide içki içtiler”, “Camiye ayakkabıyla girdiler”, “Kabataş’ta başörtülü bacımı yerlerde sürüklediler” yalanları, “Bu Cuma’ya” diye ilan ediliyordu. (353 Cuma geçti, bir türlü bu görüntüleri göremedik!)
Yine o günlerde FETÖ’nün Türkçe Olimpiyatları da yapılıyordu (!)
“Ne istedilerse verildiği” dönemdi!.. Yine o günlerin ardından Gezi iddianamesini hazırlıyordu bir savcı. Ve 15 Temmuz faşist dinci darbeden sonra da FETÖ’den ihraç ediliyordu savcı!..
***
Gezi’de yurtsever gençler Ali İsmail Korkmaz, Abdocan, Medeni, Etem Sarısülük, Ahmet Atakan, Mehmet Ayvalıtaş, Berkin de vardı. “Bugünlerden geriye. Bir yarına gidenler kalır. Bir de yarınlar için direnenler”di onlar... Işığa kavuşmak için karanlığa meydan okuyanlardı. Korku duvarını yıkmaya çalışıyorlardı milyonlarla. Özgürlüğü, çağdaşlığı, eşitliği, insan haklarını, hoşgörüyü savunan, muhalif tavırla, hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet, hukuksuzlukla, otoriterlikle mücadele edenlere; insanların kişisel hayatlarına, yaşam tarzlarına baskıya seslerini duyurmaya çalışanlara omuz veriyorlardı. 21 günlük direnişte kopartıldılar yaşamdan. İleri demokrasili, “dünyanın kıskandığı ülke” Yeni Türkiye (!) seyirciydi. İyi hal bile verebiliyordu (!) eli kanlılara. Hatta Ali İsmail Korkmaz cinayetinde
hüküm giyen polis memurunun, mağdur sıfatıyla Gezi Davası’na katılım talebi mahkemece
kabul ediliyordu (!)
***
Ali İsmail Korkmaz. Gezi dediniz mi aklıma gelen ilklerden, ciğerimi paralayan yiğit!.. Çakal sürüsünün bir ceylana saldırmasını çalışmış (!) sivil faşist destekli polislerce katledildi. Sopalarla, tekmelerle. 38 gün sonra da seslendi veda ederken: “Ben Ali İsmail Korkmaz. Polis düşürdü. Fırıncı vurdu. Doktor salladı. Vali akladı. Ben Ali İsmail Korkmaz. Kanım(ız) hepinizin elinde!”
***
Gezi, kadınıyla erkeğiyle genci yaşlısıyla; grup, birey, STK, kimlik ve siyasi düşünce farklılıklarını yok sayan, kendiliğinden oluşmuş çoğulcu bir yapıydı. Politik kültürümüze de bir katkıydı. Dinamizmle yoğrulmuş, dayanışmaydı, umuttu son tahlilde!
***
Şimdi Gezi Davası bitti, beraatlar verildi. Peki giden yitirilen canlar? Yani; Ali İsmail Korkmaz’lar…
“Ne bir haram yediler ne cana kıydılar. Ekmek kadar temizdiler. Hiç kimse duymadan
hükümler giydiler…”
Geri gelmeyecek onlar ama “ölümsüzlük” hatırlanmaktır!