- Bu yazım İbrahim Ergin'e gitsin -
Giderem Van'a dogri
Yolum İran'a dogri
Kes başım kanım aksın
Kadir bilene dogri
Hu meni hurda meni
Koydun çukura meni
Sadıklığın bu muydu
Yedirdin kurda meni
(Türkü, Derleyen Muharrem AKKUŞ)
* * *
Yıl 1975. Türkiye'de radyoculuğun altın yılları. Sinemanın çılgın dahisi Woody Allen'in söylemiyle “Radio Days.”
İzmir'de TRT Eğitim Yayınları Müdürüyüm. Ankara'daki Koordinasyon (eşgüdüm) toplantısında, 67 ilimizi ve Kıbrıs'ı anlatan program dizisi hazırlanması kararlaştırıldı. Ben, elimi çabuk tutup, iyi bildiğimi sandıklarımla, tanımak istediğim illerin programlarını üretmeye talip oldum.
Bu bağlamda Muğla, Antalya, Trabzon, Hakkari, Adıyaman, Kıbrıs, Gaziantep, Van programlarını hazırlıyorum.
Van programı araştırmaları kapsamında Erciş'teyiz. TRT'ci olduğumuzu öğrenen birisi çıkışıyor bize:
-Siz niye hala TRT'yi kapatmıyorsunuz?
-Niye ki?
-Atakan Çelik ayrıldıktan sonra TRT'nin ne lüzumu var?
Hemen tüm Türk halkı gibi, Erciş'li için de radyo demek, türkü demek. Burası, halk edebiyatımızın iki Emrah'ından daha eskisi ve birçok kişiye göre daha usta olanı:
Bugün ben bir güzel gördüm
Bakar Cennet sarayından
Kamaştı gözümün nuru
Onun hüsn ü cemalinden
Salındı bahçeye girdi
Çiçekler selam durdu
Mor menevşe boyun eğdi
Gül kızardı hicabından
Bahçenin kapısını açtım
Sanırsın Cennet'e düştüm
Öptüm sevdim helallaştım
Buse aldım yanağından
Bahçenin kapısı güldür
Dalında öten bülbüldür
EMRAH bir edna (pek aşağı) kuldur
Bağışla geç günahından
* * *
Erciş'te bir kamu bankasında hizmetli olan Aşık Emin Tellioğlu, hemşehrisi Emrah'ın 350 kadar deyişini ezbere biliyor, çalıp çığırıyor. Üstelik, öyküleriyle birlikte:
Emrah, Bey kızı Selvi'yi görür görmez içinde yangın çıkmış; sevdalı değil, kara sevdalı olmuştu.
O sıralarda, İran'ın namlı hükümdarı Şah Abbas, Van'ı kuşattı. İlk iş olarak, şehrin dışında bir bağ tesis etti. Kuşatma yıllarca sürdüğü halde, şehir düşmüyordu. Dediler ki o zamanın bilgilileri:
-Sen bu sevdadan vazgeç Şah'ım. Orada Abdurrahman Gazi olduğu sürece, sen Van'ı almak değil, duvarından bir taş koparamazsın.
Yedi yılın sonunda, bu evliyanın erlik gücünü sınamaya karar verdi. Bir köpeği kızartıp, pilav dolu altın tepsiyle ona gönderdi. Abdurrahman Gazi durumu anlayıp, getirenlerden geri götürmelerini istedi. Onların davranmadığını görünce, “ben göndermesini bilirim” diyerek buyurdu:
-İt, kalk sahibine git!
Kızartılmış köpek canlandı; kuyruğunu arka bacakları arasına kıstırarak geldiği yere seyirtti. Buna tanık olan İran Hünkarı:
-Ko desinler “Şah Abbas'ın bağı var” diyerek, ülkesine döndü. Ama nasıl? Emrah'ın sevdiceği Selvi Han'ı da alarak...
Ay ayları, yıl yılları kovaladı. Emrah'ın ölüm döşeğinde olduğunu haber alan Selvi Sultan, ona son bir kez görünmek istedi. Şah, Emrah'ın aşıklık derecesini tartmak için yolda dağdan kar, bahçelerden ayva, nar alarak, Selvi ile Erciş'e geldi.
Sevdiceğinin geldiğini sezen Emrah, sazını aldı, son sözlerini söyledi. Görelim sevgili okurlar, Erciş'li Emrah ne söyledi:
Yar senin elinden hastayım hasta
Hastayı görmeye yar safa geldin
Elinde ayvası, koynunda narı
Canımın cananı yar safa geldin
Yar senin kaşların kemanin bendi
Melekler bürümüş, Huridir kendi
Bir su ver içeyim, yüreğim yandı
Bulgarı dağından kar safa geldin.
Eskiden görürdüm haftada ayda
Artık bundan sonra geldin ne fayda
Azrail göğsümde, canım hayhayda
Gözyaşı dökmeye yar safa geldin.
Emrah'ın sevdiği Selvi sen misin
Sağ eli sinemde gezdiren misin
Ağır cenazemi götüren misin
Namazım kılmaya yar safa geldin
* * *
Türk halk edebiyatının şaheserlerinden “Emrah ile Selvi Han” öyküsünün sonunu yazmama gerek var mı?