Uzun yıllar önce, batı ülkelerinden birisinde yapılmış bir araştırma görmüştüm. Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce o araştırmayı notlarım arasında bulmaya çalıştım ama maalesef bulamadım. İnternet ortamında da aradım. Ama muhtemeldir ki o yıllarda İnternet bugünkü kadar yaygın kullanılmadığı için o araştırma internette de yok. Bu nedenle aşağıda yazacaklarımı ispat edecek bir veriye sahip olmadığım gibi, yazımı da aklımda kalan bilgiler üzerine inşa ettiğimi tüm okurların bilmesinde yarar görüyorum.

***
Araştırma, o ülkede insanların kendilerinin neden yatırım yapmayıp da neden bordrolu işlerde çalışmayı daha fazla tercih ettikleri üzerineydi. Sonuçta da o ülkede yaşayan insanların hükümetlerinin sağladığı sosyal imkanların fazlalığı, nüfus azlığı (Potansiyel müşteri adedinin düşük olması) ve insanların kendilerini küçük girişimci olarak görme konusundaki isteksizliği gibi nedenlerle bireysel girişimci olmaktan kaçındıkları ortaya çıkartılmıştı. Oysaki girişimciler bir ülkenin en önemli zenginlikleri arasında sayılabilecek vazgeçilmez bir potansiyeldir. Girişimciler, yarattıkları iş ve üretim olanakları ile milli gelire katkıda bulunmalarının yanı sıra, sağladıkları istihdam ile de devletin sırtındaki büyük bir yükü paylaşarak ekonomiye katkıda bulunmaktadırlar. Bu nedenle ülkeler girişimcileri destekleyip, girişim adedinin arttırılması konusunda son derece hassastırlar.

***
Açılan en küçük iş olanağına istihdam edileceklerin çok üzerinde talebin olduğunu gördüğümüz şu günlerde o eski araştırma aklıma geldi ve niçin girişimci olmak yerine illa bordrolu çalışan olmaya çabaladığımız üzerinde düşünmeye başladım. Önce girişimci kimdir, iyi bir girişimcinin profili nedir, bunu görmek istedim ve döndüm tekrar internet arama motorlarına. Gördüm ki, girişimcilik, öncelikle risk almayı zorunlu kılan bir kişilik özelliğidir. Diğer taraftan da girişimci olacak kişilerin içinde kendisini gerçekleştirme güdüsünün yüksek olması ve bağımsız iş yapabilme yeteneğinin varlığı gibi bazı diğer özelliklerin de bir araya gelmesi gereklidir. Yani bu kadar işi bir arada akıl edecek ve yöneteceksiniz, iş konusunda tecrübenizin varlığı şartının yanı sıra aynı zamanda da geleceği hayal edebilecek, geleceği planlayabilecek vizyonunuz olacak. İşte bence sorun tam burada başlıyor. Vizyoner ve girişimci bireyleri yetiştirebilmek için her şeyden önce eğitim ve öğretimin kişileri bu yönlü davranmaya güdüler nitelikte olması gerekmektedir. İlkokuldan itibaren üniversiteye girinceye kadar sürekli olarak sınav kazanmaya odaklı ezberci bir eğitim/ öğretimin gençleri girişimciliğe teşvik edebileceğini söylemek mümkün değildir.

***
Diğer taraftan, bu alanda çok önemli bir görev üstlenmesi gereken üniversitelerimizin de mevcut tabloyu değiştirecek alternatif eğitim ve olanakları öğrenciye sunmakta ve üniversite gençlerini böylesi bir geleceğe hazırlamakta beklenen başarıyı gösterdiklerini söylemek de doğru olmayacaktır. Devletlerin, girişimciliğe çok önem verdiğini ve desteklediklerini daha önce yazmıştım. Bizde de durum aynen böyledir. Türkiye’de, başta günümüz hükümeti olmak üzere tüm hükümetler KOBİ’leri desteklemek için her türlü çabayı göstermekte, sermaye, kredi, pazarlama ve vergi teşvikleri birbiri ardına devreye sokularak girişimcilik teşvik edilmektedir. Ancak sıkıntı teşvikte değil ama girişimcilik ruhunun varlığında. Devlete kapağı atalım gerisi kolay mantığı bir kez yerleşti mi söküp atması kolay olmuyor. Bu noktada bir konu dikkatleri üzerinde topluyor. Bugünün başarılı girişimlerinin ve KOBİ’lerinin çoğunun kurucusu, yani girişimcileri “Endüstri Meslek Lisesi” veya “Teknik Meslek Lisesi” mezunu. Bunlardan birkaçını ben şahsen tanıyorum.
Böylesi bir eğitim alan yani koluna mesleki anlamda “Altın bilezik” takan kişilerin hiçbirisi daha sonra devlet memuru olmuyor. Kendi işyerini açıp ekonomiye katkıda bulunuyor. Yani girişimci oluyor. Demek ki, kişileri girişimciliğe yönlendiren iyi bir eğitim altyapısı olmaksızın sadece teşvik vermek hem beklenen sonucu sağlamıyor ve hem de kaynak israfına yol açıyor.