PiNana' ve 'Dulhane'
İki kadın gazeteci yayımladıkları kitaplarla, kadınların mücadelesine ve birbirleri üzerindeki iyileştirici güçlerine dikkat çekti. Ayşe Başak Kaban ve Duygu Özsüphandağ Yayman ile kitaplarını konuştuk
Kadın gazeteciler Ayşe Başak Kaban’ın Nota Bene Yayınları’ndan çıkan 'PiNana' adlı romanı ve Duygu Özsüphandağ Yayman’ın Yakın Yayınları’nca basılan 'Dulhane' isimli öykü kitabı birbiri ardına yayımlandı. Yaşadıkları tüm sıkıntılara ve darbelere karşın ayakta durmasını bilen kadınlara, ama en çok kadın dayanışmasına, kadınların birbirleri üzerindeki iyileştirici gücüne odaklanan iki kitap, özellikle sesi oldukları kadınlar tarafından çok sevildi.
Sezgilerini ve gözlemlerini paylaşmakta usta ve aynı zamanda iki iyi dost olan Ayşe Başak Kaban ve Duygu Özsüphandağ Yayman, kitaplarını yazarken nelerden etkilendiklerini, kahramanları nasıl kurguladıklarını, kitaplarına kadın ve erkek okurların tepkilerini, birbirlerinin kitaplarına ilişkin görüşlerini anlattı.
AYŞE BAŞAK KABAN'DAN PİNANA
PiNana kitabının çıkış noktasının 10 yıl kadar önce bir internet sitesi için yazdığı makaleye dayandığını belirten Ayşe Başak Kaban, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bebeğini öldüren bir anne haberiydi. Tüm gazeteler, televizyon haberleri kadından, ‘Vicdansız anne, canavar anne’ diye söz ediyordu. Bu tanımlama beni çok rahatsız etmişti. Oldum olası insanların bilmedikleri hayatlar üzerine ezberden konuşmalarından nefret ederim. O zaman şöyle düşünüp, not almıştım: ‘Bir anne bebeğini neden öldürür?’ Araya zaman girdi, öyküler, makaleler, rutin hayat... Benzer haberleri okudukça konuyu araştırmaya, araştırmayı derinleştirmeye başladım. Bu bir geçici delilik hali diyebileceğimiz postpartum psikoz. Korkunç bir şey, milyonda bir, iki görülüyor. Lohusa sendromu ile benzer özellikler taşıyor ama sonuçları çok ağır, anne bebeğini öldürebiliyor, kendi canına kıyabiliyor. Tüm bunlar beni çok rahatsız etti, konu ile ilgili bir şeyler yazmak istedim ama bunu nasıl yapabileceğimi bilemedim. O nedenle hep kenarda bir yerlerde bekledi. Sonra bir gün şu soruyu sordum: ‘Bebeğini öldüren bir kadına kim sahip çıkar, ona kim sarılır, kim elinden tutar?’ Romanın temelinde de aslında bu iki soru var. ‘Bir anne bebeğini neden öldürür ve bebeğini öldüren bir kadını kim kucaklar?’ Roman kahramanlarından birisi olan Zuhal karakteri böyle çıktı ortaya.”
MASALSI BİR DİL
Romanını yazarken, yeterince bezginlik, öfke, üzüntü içeren rutin yaşamda, insanların içini daha fazla şişirmemek için masalsı bir dil kullandığını dile getiren Kaban, bunun yeni bir deneyim olduğunu belirtti. Kaban, “Kadınlar ve kadınlarla beraber yürüyen erkeklere ‘Biz istersek çok kötü şeylerin altından, birbirimize tutunarak çıkarız’ demek istedim. Bunu yapabiliriz, yapıyoruz da. Bazen kırılıyoruz, dağılacak gibi oluyoruz ya işte o anlar için bir fener olsun istedim. Biraz ferahlık, tatlı bir baharat kokusu salınsın, şöyle çıplak ayakla çimlerin üzerinde yürüyelim, bir dost sofrasında feleği ipe dizelim... Tüm bunları, her şeye rağmen anımsatmak istedim. Masalsı dil ilk kez kullandığım bir yol oldu, benim için yeni bir deneyimdi. PiNana yaklaşık altı yılda tamamlanabildi ve dil üç kez değişti ki; ne zaman masalsı dile başladım ondan sonra akıp gitti. Bu da demek oluyor ki bu roman için bu dil doğruydu ve evet, işleri kolaylaştırdı. Gelen yorumlardan anladığım kadarıyla da etkili oldu” dedi.
NANA OLMAK İSTEDİĞİM KADIN
Kendisinin değişik bir enerjisi olduğunu söyleyen Kaban, “Birilerinin ummanı olmakla ilgili bu enerji. Hiç tanımadığım insanların derdini dinlemişliğim çoktur. Eğer ki çok enteresan bir şey dinlemişsem, onu not ediyorum. Romana gelirsek, Zuhal zaten en başta söylediğim gibi bebeğini öldüren bir karakter, doğal olarak o haberlerde okuduğum, doktorlardan bilgisini aldığım gerçek bir insandan yola çıkarak yaratılan bir kadın. Nana, olmak istediğim kadın. Pina, hepimiz sanırım onu çok sevdik, içimizdeki çocuk. Ama hiçbirisi tek bir gerçek karakter değil, belki pek çok gerçekten toplanmış, harmanlanmış olabilir. Herhangi bir karakter örnek alınsın diye yazılmadı, lâkin örnek alınması gereken bir şey varsa, kadın dayanışması; tek gerçek bu” diye konuştu.
DULHANE'Yİ OKUMA AYRICALIĞI
Duygu Özsüphandağ Yayman’ın kitabına değinen, çok eski arkadaş olduklarını anlatan Kaban şunları söyledi: “Duygu’nun kaleminin zarafeti müthiştir, göz doldurur, ağız sulandırır. Çok sağlam bir okurdur. Dulhane’yi ben henüz dosya halindeyken okuma şansına sahip olanlardan biriyim. Dulhane benim çok sevdiğim bir öykü kitabı oldu. O öykülerde de kendilerini yeniden doğuran, yeniden büyüten, yıkılmayan kadınlar var; buna bayılıyorum! Başlarına gelen onca eziyet, işkence, dayak, psikolojik baskı sonrası hani şöyle bir eteğini silkeleyip yola devam etmeleri yok mu? İşte bu... Evet, biz kadınlar aşırı derecede kötü şeyler yaşıyoruz, yaşadık ama hayatta kaldığımız sürece mücadeleye devam edeceğiz. 16 öykünün her birisi içimi sızlatmadı mı, sızlattı, kimi zaman güldürdü, kimi zaman küçük bir es vermek zorunda bıraktırdı ama sonunda hep o zafer hissi: Yürü be kızım, kim tutar seni?”
DUYGU ÖZSÜPHANDAĞ YAYMAN’IN ‘DULHANE’Sİ
Kitabı yazma sürecini paylaşan Duygu Özsüphandağ Yayman, Dulhane adının tarihi bir referansı olduğunu vurguladı. Yayman tarihi referansın kitabındaki dulhaneye dönüşümünü ise şöyle özetledi: “Dulhane, 1800’lerin sonunda Osmanlı’da, eşini savaşta kaybetmiş kadınlar için padişah tarafından yaptırılan binaların adı. Bursa’da başlayıp İstanbul, İzmir ve Anadolu’nun başka şehirlerine de yayılmış. Kısa süre hizmet vermiş. Türkiye’nin ilk kadın sığınma evi olarak adlandırılıyor. Bu kavramla rastlaşmam, gazetecilik yaparken, bir dergide yazdığımız semt yazıları kapsamında oldu. Yapıcıoğlu semtini yazmak üzere dolaşırken, orada dulhanelere rastladım, hikayesini öğrendim. Fakat o haberi yazdıktan sonra orada kalmıştı. Meğer mayalanıyormuş. Aradan 10 yılı aşkın zaman geçti. Öyküye, kurguya yoğunlaştım. Türkiye’de kadın sorunları da yoğunlaşıyordu, belki hep fazlaydı da artık bizi boğuyordu. Kendine biçilen yaşamlara karşı çıkıp kendi dulhanesini kuran kadınların öykü mekanı oldu orası. Binanın tarihi referansı, savaştan geliyor. Her savaş, kendi mültecilerini yaratır. O dönem dul kalan kadınlar, bir nevi mülteciydi, oraya sığındılar. Öykü kahramanı kadınlar da kendi savaşlarının mültecileri. Dayatılan yaşamlara, özgürlüklerinin elinden alınmasına, şiddete, baskıya, toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı yatağını değiştiren bir nehir gibi Dulhane’ye aktılar.”
ERKEKLER DE OKUYABİLİR
Dulhane’yi erkeklerinde okuyabileceğine dikkat çeken yayman, kitaba ilişkin daha çok kadın okurların görüşlerini paylaştıklarını belirtti. Yayman şu görüşleri dile getirdi: “Bir erkek yakınım, kitap yeni çıktığında, ‘Hemen eşime alacağım’ demişti. Ona, ‘Erkekler de okuyabilir Dulhane’yi. Hatta okusunlar’ demiştim. Sonra alıp okumuş, beğenilerini paylaşmıştı. Başka bir erkek yakınım, ‘Misafir ve Du Bakalım’ öykülerinin favorisi olduğunu söylemişti. Bir başkasının dikkatini, ‘Geçmiş Geçmemiştir’ öyküsünün karakterlerinden Zarife çekmişti. Toplumda Zarife’lerin artmasını istediğini söylemiş kadının özgürlük mücadelesinde dayanışmanın rolünü vurgulamıştı.”
ŞİİRSEL BİR ANLATIM
Kadın okurların, kurgu eserleri daha çok okuduğu gibi okuduklarını paylaşmak konusunda da daha bonkör olduklarını belirten Yayman, “Her öykünün girişinde, binanın o kahramanı anons ettiği kısa bölümler var. Çoğu okur, o bölümleri şiir diye tanımlamış ki hiç öyle bir niyetle yazmamıştım. Öykülerin genelinde dili şiirsel bulmuşlar, yerel söyleyişler dikkatlerini çekmiş. ‘Gururlu feminist’ diye tanımlayanlar; toplumun kadınlar üzerinde kurduğu baskıyı, kadına şiddeti ve dul kavramını yeniden düşünmeye davet ettiğini söyleyenler oldu. Mesela üniversiteden hocam Eser Köker, anne-kız ilişkilerinin öykülere sindiğini düşünmüş ve kadınların biraz yüksek sesle itiraz etmelerini beklemiş” diye konuştu.
SADECE EŞİ ÖLENLER DEĞİL
Dul kavramının imza ve söyleşi günlerinde çok sorgulandığını aktaran Yayman, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu durum, gruptakileri ikiye bölecek kadar ileri gitti bazen. Bir söyleşide erkek bir okur, dul kavramını sahiplenip, Anadolu’da dul kadınlara hürmet edildiğini söyleyince kadınların çoğu buna karşı çıktı. Toplumun genelgeçer ahlak anlayışının dışına çıkan dulların taşlandığı anlatıldı. Ben de dul kavramına karşı toplumdaki kalıp yargıları yıkmak için bu ismi kullandığımı açıkladım hep. Yine söyleyeyim; dul kelimesinin kökenine baktığımızda 'eşi ölmüş kadın' demek. Fakat Dulhane’deki kadınlar, sadece eşi ölenler değil, erkek iktidarına başkaldıran kadınlar. Bunlar, toplumdaki dul kavramına ilişkin kalıpları yıkmaya buradan başlıyor. Binanın kuruluşunun nedeni, kadın dayanışması zaten.”
KARAKTERLER KURGU MU GERÇEK Mİ?
Kitabındaki karakterlere de değinen Yayman, “Her öykü kahramanı gerçek olduğu kadar kurgu, kurgu olduğu kadar gerçek. Bunlar, iç içe geçmiş kavramlar. Öykü kahramanları bazen gerçek hayattaki gözlemlerin, ayrıntıların içinden çıkageliyor; hayal dünyamda yeni kılıklara bürünüyor. Bazen de gerçek hayattaki bir olayın bıraktığı duygu, bir öykü yazdırıyor. Ama elbette her metin, yazarının birikimine, zihnine, algı ve yorum dünyasına muhtaç. Kitap özelinde bakacak olursak ‘Mış Gibi’ öyküsü, Özgecan Arslan cinayetinin bendeki duygusuyla yazıldı. Toplumun, hayatın kadınları getirip bıraktığı yer, durmadan öldürülmek amacıyla durmadan diriltilmek… Körebe öyküsü de gerçek bir olayın bendeki yorumu” dedi.
Kadın karakterinin meseleleri çok belirgin
Kadın sorunlarına yer veren eserleri daha fazla sayıda erkeğin okuması gerektiğini vurgulayan Yayman, bu konuda şunları söyledi: “Kadın sorunu dediğimiz şey, aynı zamanda bir erkek sorunu. Erkek egemen bakış olmasa kadın sorunu da olmayacak. Bu tema, günümüzde daha çok işleniyor artık. Yakın zamanda çıkan öykü ve romanlarda, özellikle yazarı kadın olan kitaplarda kadın karakterlerin meseleleri çok belirgin. Okurda da empati duygusu gelişiyor, kenetlenme artıyor, herhangi bir kadın meselesinde sokaklarda daha çok kadın görüyoruz. Bu tam olarak edebiyatın eseri diyemeyiz. Bileşik kaplar misali; toplum ve edebiyat birbirini besliyor.”
PiNana’ya dair
Ayşe Başak Kaban’ın PiNana adlı romanına da değinen Yayman, “Son dönemde kadın dayanışmasını ve itirazını en güzel ifade eden eserlerden. Hayatı, hayat hakkını savunan kadınları bir araya getirmiş yazar. Nana, doğa katliamına ve eşitsizliklere karşı Yaşar Kemal’in İnce Memed’indeki bilge Yörük ninesi gibi karşı duran, doğanın sihirli formülleriyle yaşamı tamir eden bir kadın. Toplumun ‘öteki’lerini eteğinin çevresinde toplamış. Bir kadın dayanışması hikayesinde olması gereken her şey, bu romanda var. PiNana toprak misali, hayatı besleyip çoğaltıyor. Yazar tüm bunları da masalsı bir dille yazıyor ve adeta erkek egemen masalları yeniden yazıyor” değerlendirmesini yaptı.