Dün Müge Anlı'nın programında çok acayip bir olay yaşandı.
Daha doğrusu haberin kokusunu almanın nerelere varacağının adeta bir dersi gibiydi.
Müge Anlı'yı insan olarak, kişilik olarak, görüş olarak seversiniz sevmezsiniz, konu şu anda hiç buralarda değil.
Nerelerden nereye geldiğini, meslekteki basamakları nasıl tek tek azimle, hırsla ve çalışkanlığıyla, kendine göre kurduğu doğru ilişkilerle çıktığını yadsıyamazsınız.
Açıkçası aynı kurumda çalışılmasının zor olacağını tahmin ettiğim biri. Ben bu kadar hırslı insanlardan her zaman korkarım, pabuçlarımı elime alıp arkama bakmadan kaçarım. Ama dediğim gibi tercihtir, yaşam şeklidir, karakterdir, herkesin yolu kendi bileceği iştir.
Fakat işte Anlı'nın bu meslek hırsı ve habercilik sevdası sadece onun mesleki alanda ilerlemesini, reytinglerde ilk sıraları kimseye kaptırmamasını değil yüzlerce insanın hayatına olumlu anlamda dahil olmasını da sağladı.
Bir kere artık bu ülkede 'Müge Anlı'ya çıkmak' diye bir terminoloji gelişti.
İnsanlar devlet kurumlarından değil, bir televizyon programcısından medet umuyor.
Bu bile ne derseniz deyin Anlı açısından büyük başarı, hantal devlet açısından bir acz.
***
Şimdi gelelim dünkü olaya.
İstanbul'da helal süt emmiş bir taksi şoförü aracında bir torba altın unutulduğunu fark ediyor.
Değeri yaklaşık 200 bin lira değerinde.
Sahibini bulmak için gelip Müge Anlı'dan yardım istiyor. Altınları kimlerin unuttuğunu da hatırlıyor.
Yaşlı bir kadın ve oğlu.
Yayından sonra zannediyorlar ki altınları kaybedenler hemen telefonlara sarılıp arayacaklar.
Ama ne arayan oluyor ne soran.
İşte tam burada Anlı'nın habercilik damarı kendini belli ediyor. İşin ucunu bırakmak yerine daha çok üzerine gidiyor. Ekibiyle beraber anne ve oğulun taksiye bindiği semti didik didik arıyorlar ve sora sora sonunda polisiye filmlerde rastlayabileceğimiz detaylarla söz konusu kişilerin evlerinin adresini buluyorlar.
Gerçekten tam bir film gibiydi dünkü yayın.
Sonuç: Ruh sağlıkları ağır hasarlı bir anne oğul...
Apartman sakinleri evin bir çöp ev olduğunu, arada bir şikayetler üzerine temizlik yapıldığını ama evden sürekli pis kokular ve böcekler yayıldığını anlatıyorlar.
Ve en kötüsü de bu aile evde onlarca kedi ve bir köpek besliyor.
Kedileri açlıktan öldürüp ya çöpe ya kapının önüne bırakıyorlarmış. Bunu apartman görevlisi anlatıyor. Hafif tebessümle. Evet evet tebessüm!
Bu zamana kadar apartmanda kimse bu konudan dolayı şikayetçi olmamış.
Onca kedinin cesedine seyirci kalınmış.
***
Dün yayın sırasında evdekiler kapıyı kimseye açmazken, köpek de sürekli havlıyordu.
Sonra bir şekilde köpek sustu. Daha doğrusu belli ki içerdekiler tarafından susturuldu.
Bundan da kimse endişe duymadı!
Uzatmayalım, sonunda savcılıktan izin alındı, polis eve çilingir yardımıyla girdi ve ev sahipleri bir sağlık merkezine götürülmek üzere evden çıkarıldı.
Ben o sırada bekliyorum ki, biri de evdeki hayvanların akıbetinden söz etsin. Yok arkadaş!
Kimsenin umru değil.
İşte ne zaman tamamen evrimimizi tamamlayıp bu dünyayı hak eden varlıklar olacağız biliyor musunuz? İnsanlarla hayvanları hatta ağacı, çiçeği, çimeni bir tuttuğumuz zaman.
İçeride o kadar hayvan olduğunu, üstelik o hayvanların sağlıksız koşullarda yaşamaya çalıştığı bilindiği halde bir kişi de demedi ki, oraya bir de veteriner yönlendirelim, o hayvancıkları o cehennem yuvasından kurtaralım. (En sonunda gelen tepkiler üzerine bu konuya değinildi de içimize bir parça su serpildi.)
***
Şimdi ben bu hikayenin gerisini hiç merak etmiyorum ama çok üzülüyorum.
Türkiye'de 'sosyal hizmetler' diye bir şey sadece tabelalarda olduğu, hayvan hakları diye bir şey söz konusu bile olmadığı için o anne oğul göstermelik bir tedaviden sonra tekrar eski hayatlarına dönecek ve hiçbir şekilde kontrol falan edilmeden aynı hayatı sürdürecekler.
Hem kendileri hem eve hapsettikleri daha nice hayvan işkence çekecek.
Bunca yıldır durum bilindiği halde hiçbir kurum bu konuya el atmamış çünkü.
Olay televizyona yansımasa, 'Müge Anlı'ya çıkmasa'(!) yine kimsenin umru olmayacaktı.
O kurumlar niye var? O insanlar bizim vergilerimizle ne için maaş alıyorlar? Bunu sorgulamak en doğal hakkımız.
Neyse bakalım belki yanılırız ve bu işin sonu hayırlı bir yere varır.
Bekleyip göreceğiz.