Geçtiğimiz Cuma yazımda “başlangıç” yapıp, sesini duyuramayan gerçek, gururlu ve “yalnız” depremzede yurttaş kardeşlerimden bana “yazmalarını” istedim. 30 Ekim 2020’den beri “gözlerini” gerçeklere kapatan “atanmış ve seçilmişlerin” alayına inat, öyle dönüşler alıyorum ki, bazen okurken göz pınarlarım kuruyacak gibi oluyor. Hemen hepsi de “aman” diyor “sadece sen oku, adımız bilinmesin, biz dilenci değiliz” diyor.
Gurura bakın gurura… Bu gurur karşısında sadece utanılıp, selam verilir.
Peki öyle mi oldu?
Sondan başlayım yazmaya… O kadar çok yürek sıkıntısı yaratacak ayrıntı var ki…
İyiyle kötü, doğruyla yanlış, helal ile haram, gerçekle yalan öyle bir karıştı ki İzmir Bayraklı’da…
Güya “herkes biliyor” ama “yaşayarak öğrenenler” asla dinlenmiyor, hiçbir hesaba dahil edilmiyor, düşünceleri alınmıyor. Hele kayıplarına asla ve asla dikkat edilmiyor, ciddiye dahi alınmıyor.
Evet sondan başlayayım. Çünkü eminim bu ayın sonunda “atanmış ve seçilmiş” pek çok “meşhur muhterem”, “her şey yolundaymış” gibi açıklamalar yapıp, yalanlar söyleyip, korumalarının ardından “ahkâm kesecekler” Bayraklı’da. Onca kaybın “neden” olduğu unutulacak, toprak altına gitmiş onca büyük küçük, toprak olma yolunda unutulup, bu konu sadece “iki oda bir salona” endekslenecek.
İşte onun için “insanlığın yıkıldığı tarih” 30 Ekim 2020.
Depremin olduğu günden değil, “bugünden” bahsederek girelim konumuza.
Bugün Bayraklı ilçesinin artık bir de lakabı var: “Hayalet Bayraklı”!
Bayraklı Kaymakamı kimse, emniyet müdürü kimse ve de Belediye Başkanı, meclis üyeleri falan, hava karardıktan sonra Manavkuyu ve çevresinde sadece “yürüyüş” yapsalar görecekler bunu da acaba kalpleri sızlayacak mı inanın artık emin değilim.
Ya da milletvekilleri, siyasi partilerin ilçe başkanları dolaşsa hava karardıktan sonra, o bomboş apartmanların veya yıkım arazilerinin yanından bir beş dakika gözlem yapsalar. Artık ışıkları yanmayan, kapı ve pencereleri olmayan bu binaların, “söylediklerini duyabilirler mi”?
Gerçekten merak ediyorum. Bayraklı Kaymakamlığı veya Bayraklı Belediyesi şöyle bir araştırma yaptı mı? 30 Ekim 2020 tarihine kadar Bayraklı ilçesinde oturup, nüfus ve adres kaydı Bayraklı’da olan kaç vatandaşımız şimdi Bayraklı’da değil? Bayraklı’nın 30 Ekim 2020 ile bugün arasındaki nüfus farklılığı nedir? Deprem nedeniyle Bayraklı’yı terk etmiş Bayraklı yurttaşlarına bir selam veren, hatırlayan, dertlerine derman olan var mı?
Yok değil mi? Zaten sanmamıştım. Bırakın gidenleri, şimdi size sadece bir örnek yazacağım. Koca bir ailenin “bugün” itibariyle vahşi ve duygusuz sistem yüzünden uçuruma sürüklendiğini yazacağım. İlgilenen çıkar mı bilmiyorum. Ama inşallah vesile olurum. Mutlaka birkaç duyarlı yaşıyordur İzmir’de, Türkiye’de.
İşte bugünkü örneğimiz…
Hani Manavkuyu’da yıkılan, altında bir ünlü market olan apartman vardı, hatırladınız mı?
İşte o marketin yanında bir market daha vardı. Tam bir esnaf. Can esnaf, yüreği bayrak ve millet aşkıyla dolu esnaf, eskinin “bakkal amca” ruhunu yaşatan esnaf. İşte bu market, depremin olduğu günün sabahı, hafta sonunu da düşünüp, yeni mallar almış satmak için. Öğleye doğru olan depremle de her şey, canları dışında her şey “yok olmuş.” O binanın yıkılması, deprem yüzünden mi oldu yoksa şüpheli başka durumlar mı vardı? Konuşulan çok ama bugüne kadar ortaya doğru düzgün bir sonuç çıkmadı. Yargıda olan bazı konular varolduğundan da ben burada şüphelere girmeyeceğim. Zaten depremin Bayraklı’da can almasına neden şiddeti miydi yoksa “müteahhit-siyasetçi” ilişkisinin trajik sonucu muydu bilmiyorum!
Market “yok olduktan” sonra aile, öyle bir yalnızlaştı ki… Ama daha trajik bir ayrıntı var. Market ayakta durabilmek için başta “Kredi Kefalet” olmak üzere bazı bankalardan krediler almış. Depreme kadar da aksatmadan ödüyormuş. Depremle birlikte her şeyi baş aşağı olduğundan ödemeler durmuş, öteleme istekleri güya esnaf için çalışan “esnaf kefalet” tarafından bile ciddiye alınmamış. Şimdi bu sözde esnaf teşkilatı, bir yıldır yaşam mücadelesi veren mağdur esnafın 160 bin lira olan borcunu 180 bin lira yapmış ve yüzü kızarmadan da “takibat” başlatmış. Depremzede esnaf “sadaka” istemiyor, başkaları gibi mağdur olmadığı halde rol kesip para da toplamıyor. Bu esnaf sadece “can suyu” istiyor. Bir ya da iki kez Büyükşehir Belediyesi destek vermiş. Ama esnafını koruma kollama görevi olan ne ilçe belediyesi ne esnaf teşkilatı elini oynatmamış. Bayraklı’nın zenginleri kulaklarını tıkamış. Market sahibi kardeşimin bir kardeşi ve bir de yeğeni var. Onlara depremin olduğu günlerde verilen iş sözleri de tutulmamış.
Şimdi sorum şu: Ne yapsın bu esnaf ailesi?
Depremzedelerin hasarlı evlerini “çökme” şeklinde güya satın alan duygusuz ve arsız müteahhitlerle keyif yapan bazı siyasetçilerde hiç mi kalmadı vicdan?
Gelecek yazıda deprem öncesi 700 bin liraya satılan daireleri, deprem sonrası 400 bine kapatan arsızları yazacağım!
Ha bugün şunu da yazayım. Yaklaşan genel ya da yerel seçimlerde, kim nereden neyin hayalini kuruyorsa Bayraklı’da bin kez düşünsün. Çünkü öyle notlarım var ki, gerekirse kapı kapı dolaşıp Bayraklı’da onların “siyasi mevta” olması için uğraşacağım. Hem vallahi hem de billahi!
***
İZMİR EMNİYET MÜDÜRÜ
Başlık bir şey anlatmıyor size biliyorum. Ama kaçınız farkında İzmir’in emniyet müdürünün değiştiğinin?
Hoş bir öncekini hiç tanımıyorduk. Sesi hiç çıkmadı.
Yeni Emniyet Müdürümüz 1967 doğumlu. Anladığım kadarıyla “kıpır kıpır” bir polis. Yaşam öyküsünde hep “polislik” var. Öyle “entel dantel” yaklaşımları da yok galiba.
İzmir’in “asayiş” meselesi mercek tutulmayan bir gerçek. Karakolların gerçekten ne işe yaradığını, ilçe emniyet müdürlüklerinin sorumluluklarının ne olduğunu son 15 yıldır anlayamıyorum.
Geçen pazartesi gazetemde bir haber vardı. Adalet Mahallesi Manas Bulvarı üzerinde bir kaza olmuş. Hız yapan bir otomobil, gariban bir taksi şoförüne havada uçuracak şekilde çarpmış ve kaçmış. Taksi şoförünün hayati tehlikesi vardı, umarım yaşıyordur. Allah ailesine bağışlasın. Lakin bu olaya artık “sokağı” görmeyen meslektaşlarımın ilgi gösterdiğine tanık olmadım. Oysa Bayraklı’da bu “hız yarışı” o kadar yaygın ki! Öylesine lüks otomobiller yarış yapıyor ki! Bu kaza “geliyorum” cinsindendi… Şimdi Bayraklı’nın bazı caddeleri de “hayalet” olduğundan, umulmadık yollarda “vınnnnn” diye geçek iki üç otomobile rastlayabilirsiniz. Lakin Bayraklı’da geceleri artık devriye asayiş ve trafik kontrolü eskisi gibi yapılmadığından bu “zengin bebelerin” görgüsüzlükleri de artıyor. Bakın nasıl oluyor. Genellikle cuma geceleri 23.00 ve sonrası “keşif” geçişleri yapılıyor. Saat 02.00 sonrası da şamata başlıyor.
Kimse duymuyor mu? Vallahi vatandaş dışında kimse duymuyor.
Son günlerde İzmir’in ana güzergâhlarında dikkat çekecek boyutta trafik kontrolleri var. Olması gereken ama yıllardır yapılmayan bir hizmet bu. Bana “başka anıları” çağrıştırsa da, sokaklarda bolca trafik polisi görmekten şahsen mutlu oluyorum. Çankaya gibi merkezlerde de özellikle akşamüstleri görürüz umuyorum. Tabii önce o taksici yurttaşı hunharca ezen görgüsüzü yakalamalarını ve teşhir etmelerini bekliyorum.
İzmir’in yeni Emniyet Müdürü’ne başarılar dilerken, merkezlerde alışmadığımız trafik kontrollerine devam etmelerini, zengin bebelerin “babalarından” çekinmemelerini, vatandaşın kalbindeki sevginin, onları her şerden koruyacağına inanmalarını söylüyorum.
Aklıma birden rahmetli Fethi Sekin’le yaptığım “özel sohbetler” geldi… Onu da bir dahaki sefere yazarım.
***
AH ŞU 'NOTLARIN' GÖZÜ KÖR OLSUN
- Yer yetmeyince bu yolu bulduk işte. “Tarihi yazdıranların” devam tabii ki var. Bekleyin dostlar.
- Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş muhtereme takıldım bugünlerde. Cumaya yazacağım. Israrla anlamak istemediği bazı noktalar var, anlamadığı için de garip garip konuşuluyor. O makama saygısızlık yapmak istemem ama saygı beklerim. Saygının bir yolu da “insani iletişimdir”.
- Bu hafta değil ama gelecek hafta size bir sürpriz yazabilirim. Dedim ya, iki düşündüğüm çalışma var. İlk ilgi gösteren İYİ Parti oldu. Merak edip sordular ve “tamam” dediler. Umuyorum CHP İl Başkanı da “merak” eder. Ne de olsa “baba dostuyum”. Bir de ısrarlı teklif vardı. Haftada üç gün hiç olmazsa eskisi gibi yayın yapayım diye. İnanın ona imkânım yok ama, belki “başka bir alanda” bu imkânı bulurum. Allah biliyor ya, ben de çok özledim sizi.