Susar gönül, hüzün sardığında dört bir yanı… Susar ve içine döner, karın altında kalan bir kır çiçeği gibi… Gördüklerine, duyduklarına inanmak istemez… Kaybedilenler, eksilenler çoğaldıkça, başını kar taneleri arasından kaldırmak istemez… Doğruyu yanlışı ayırt edemez… Önce bir uyku hali kaplar bedenini, bir rüyaya yatmak, kalktığında da her şeyin eskisi gibi olduğunu görmek ister. Zordur kabullenmek… Düşün kırıkları kanatır çünkü açtığında yeniden gözlerini…
İki kutbu olduğu gibi iki gerçekliği barındırır bu dünya. Gece ve gündüz, siyah ve beyaz gibi... İyiliği ve kötülüğü… Hava kararmışsa bilirsin ki gece olmuştur, birinin canını acıtmışsan anlarsın ki ona bir kötülüğün dokunmuştur… Çoğu zaman, günün sonunda kimin gerçekten kazandığını ve kimin gerçekten kaybettiğini anlamak zordur… Hem bazen birinin kaybedişi bizim de kaybedişimiz olmaz mı? Acısı bizi de acıtmaz mı?
***
Kendine bir çiçek ismi vermişti... Yağmurlu ve fırtınalı bir İzmir gecesinde, eve dönerken Alsancak'ın dar sokaklarının birinde tanıştık. Önümde duran çöp kamyonu olmasa sanırım yanından geçip gidecektim. Arabama yaklaşıp, camı tıklatınca fark ettim onu. “Taksi bekliyorum ama gelmedi. Yardımcı olabilir misin?” dedi. Kendisini falanca mekana bırakıp bırakamayacağımı sordu. O yağmurun altında onu öyle bırakamazdım. “Gel” dedim. Üzerinde bir ceket, altında mini bir etek. Kalın sesiyle, “Bu gece çalışmıyorum, biraz eğlenmek istiyorum” dedi.
Kendine bir çiçek ismi vermişti... O gün sokakta başka arkadaşı yoktu. Sanırım ya kendilerine onun gibi izin vermiş ya da müşterileri ile gecenin karanlığına karışmışlardı. “Borcum var” dedi, ben daha bir şey sormadan. “Borçlarımı kapatıp, annemi sağlığına kavuşturup Hollanda'ya gideceğim” dedi. Annesi kanserdi ve tedaviye ihtiyacı vardı. Doktorlar ameliyat olması gerektiğini söylemiş ama ameliyat için yeterli maddi güçleri yokmuş. Dolandırılan ağabeyi borçlarını ödeyemediği için cezaevindeymiş. Babasını ve kardeşini 3 yıl önce bir kazada kaybetmiş. Oturduğu ev kira...
Alsancak'ın arka sokaklarında bir hayatın içinden birkaç film ve birkaç roman çıkacak hikayeler. Mesafe kısa ama trafik yoğun... Her sorumun cevabının altında bir dram var. Gazeteci olmak bu yüzden de zor. Bazen hikayelerin altında ezilebiliyorsunuz. O anlattıkça ben küçülüyorum. Çocukken akrabalarının yaptığı tacizler, ailesinden gördüğü şiddet...
“Bir sevdiğim vardı” diyor. Sevmek ve sevilmek onun da hakkı. Tüm benliğiyle ona tutunmuş bir süre önce. Öyledir ya sevmek güçlendirir insanı. O güçle hayata daha fazla tutunmaya çalışmış. Ama 2 hafta önce askerdeki sevgilisi bir operasyon sırasında teröristlerin kurşunları karşısında direnememiş. Umut adındaki sevgilisini kaybedince de umudu da sönmüş...
Kendisine bir çiçek ismi vermiş... Üstüne üstüne gelen hayata direnmeye çalışan bir çiçek. Kadın ya da erkek fark eder mi? Yaşama tutunmaya çalışıyordu, hayat onu itse de... Onu bıraktıktan sonra radyodaki haberlerde yeni şehitler verdiğimiz anlatılıyordu. Kaç “umut” daha yok olup gitti? Kaç evde daha ocak söndü? Kaç anne ve babanın bağrına ateş düştü? Kaç aşk daha yıldızlı geceye dağılıp kayboldu?
***
Eve gittim. Bilgisayarımı açtım. Herkesin çok bildiği bir markanın İspanya'daki teknoloji fuarında canlı olarak tanıtımını yaptığı yeni ürününü izledim. İnsan gözünden esinlenerek geliştirdikleri cep telefonu kamerasını anlatıyorlar. Çektikleri bir çiçek fotoğrafı düştü ekrana... İnsan gözü neleri görüyor. Bazen bir çiçeği bazen bir çiçeğin çektiği acıları bazense tam önünde de olsa hiçbir şeyi. Lütfen görün! Etrafınızda olup bitenleri ve çiçekleri. Üzerlerine basıp geçmeyin, görmezden gelmeyin.