Adalet ve Kalkınma Partisi hükümetleriyle en uzun süre çalışan “muhalif” belediye başkanlarından biri oldu Aziz Kocaoğlu. 15 yıllık görev süresiyle “Eşref Paşa’nın asırlık rekorunu kıran belediye başkanı” olarak İzmir Belediyesi tarihine geçti.
“Muhalefet partisinin belediye başkanı” olmanın ne anlama geldiğini, kendisinin neleri beklediğini, 1980 darbesi öncesinde Erbaa’da belediye başkanlığı yapan babasından çok iyi biliyordu.
Nedense Ankara “şaşı” bakıyordu onlara.
“Geciktirilen” imzalar, bir türlü “verilmeyen” onaylar, mezarlık yeri için bile “yapılmayan” tahsisler, “elinden alınan” yetkiler, ihale iptalleriyle “geciktirilen” yatırımlar, diğer büyükşehirlerde Bakanlık desteğiyle yapılırken İzmir’de “pas geçilen” metrolar, başka yerde 3 günde çıkan keşif artışı onayı için 8 ay “bekletilmeler”, başka kentlerde arazi tahsisleri yaparken İzmir’de 30 yıl önce üzerine yol yapılan arazisi için “el atma davası” açan kamu bankaları “sıradan” şeylerdi onun için.
Çoğunluğu iktidar partisine mensup başkanlar tarafından yönetilen illerde özel idare malları sorunsuz bir şekilde belediyelere devredilirken İzmir’in “çırak çıkarılması”, AB’nin “Avrupa’nın en kurak ikinci kenti” ilan ettiği İzmir’in Türkiye’de “susuzluk tehdidiyle karşı karşıya olan 7 il” arasına bile alınmaması, aynı dönemde imar planlarına açılan dava sayısı İstanbul'da 2, Konya'da 3, Ankara ve Kayseri'de hiç yokken İzmir'de 158 rakamına ulaşılması gibi…
Peki ya “çıkar amaçlı suç örgütü” suçlaması ve 397 yıl ceza talebiyle yargılanması; Belediye olarak 6 yıllarını emniyette, savcılıkta, nezarette, mahkemede, cezaevinde geçirmeleri?
Buna ne demeli?
Kabus gibi bir gün…
İzmir, 2 Mayıs 2011 tarihinde Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı talimatı ve 700 polisle yapılan Büyükşehir Belediyesi operasyonunu hiç unutmadı. Uzun süre hafızalardan silinmeyen, ülkenin yerel yönetimler tarihine “kara bir gün” olarak geçen bu operasyondan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Türkiye’de muhalefetin elindeki 1 numaralı kamu koltuğu olan Aziz Kocaoğlu başkanlığındaki İzmir Büyükşehir Belediyesi, özellikle 2010 yılından itibaren Sayıştay müfettişi ve vergi denetçilerinin yakın ilgisine mazhar (!) olmuştu. Hemen ardından, yani 2011 Ocak ayından itibaren Belediye ve şirketlerine, çoğu yeni mezun, vergi mevzuatını bile doğru dürüst bilmeyen 52 vergi denetçisi birden gönderildi. Bir “kumpas” olduğu yıllar sonra anlaşılacak bu hamlenin ilk adımı “Belediye’yi çalıştırmama” amacına yönelikti. Her birime dağılan denetmenler, gerekli-gereksiz onlarca soru sordukları bürokratlardan evrak üstüne evrak istiyor, bu da Belediye’nin rutin işleyişini ciddi anlamda etkiliyordu. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin daire başkan ve müdürleri, denetmenlere dosya hazırlamaktan neredeyse kendi işlerini yapamaz hale gelmişti.
Başkan Kocaoğlu çok tepkiliydi:
•Aylardır Belediye’nin her yerine dağıldılar, sürekli bir şeyler istiyorlar. ‘Bu da sorulmaz ki’ denilenleri de soruyorlar; cevaplıyoruz, bir daha soruyorlar. Sorular taciz boyutunda. Arkadaşlarımız iş yapamaz hale geldi.
“Allah düşman başına vermesin”
Kocaoğlu, Başkanlığı döneminde onlarca soruşturma geçirdi. Bunların çoğu trajikomik türdendi. Örneğin göreve 2004 yılında başladığı halde, 1980 yılında imarda otopark alanı olarak belirlenmiş bir yeri kamulaştırmadığı için soruşturma açıldı hakkında.
Bununla ilgili tebligatı alınca büyük tepki gösteren Aziz Kocaoğlu, “İçişleri Bakanı da bunu imzalıyor, ki bu İçişleri Bakanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde genel sekreterlik yaptı. Belediyeciliği bilmesi lazım. Bu nedir? Buradaki mantığı, yaklaşımı, felsefeyi hiçbir kitaba sığdırmak, hiçbir kişiye anlatmak mümkün değil. Bu zulümdür, zulüm!” diyecekti.
Vergi müfettişleri, sit alanlarına kanalizasyon inşa edemediği için vidanjör kullanmak zorunda kalan İZSU’ya Kurumlar Vergisi çıkartacak kadar şaşırtmaya devam ediyordu. Kocaoğlu da “Ankara mesajları”na…
“Ben vergi mevzuatını iyi bilirim. Böyle bir vergi anlayışı, böyle bir vergi denetçisi, mevzuatı görmedim. Allah düşman başına vermesin! İzmir’e denetim elemanı gönderenlere de sesleniyorum. Bize Kamu İhale Kanunu’nu bilen denetçileri gönderin. Eğer amacınız buysa, tamam; biz bürokraside tıkandık. Her taraftan mısır patlağı gibi enteresan manipülasyonlarla karşı karşıyayız.”
Sonra bütün bunların, İzmir Büyükşehir Belediyesi operasyonuna zemin hazırlamak için yapıldığı ortaya çıktı.
Türkiye, 2 Mayıs 2011 sabahına “İzmir’in CHP’li Büyükşehir Belediyesine polis baskını” haberiyle uyandı. Belediye’ye ve şirketlerine yüzlerce polis girmiş, bürokratlar gözaltına alınmış, bilgisayarlara el konulmuştu.
Gönüllü avukatların büyük desteği
Başkan Kocaoğlu, 2 Mayıs Pazartesi günü erken saatlerde Belediye binasına girdiğinde, durum tam bir kaostu. Kurumun her köşesinden kötü haberler geliyordu.
Krizi en doğru şekilde yönetmeliydi yönetmesine de, gözaltı sayısı hiç durmuyor, devamlı artıyordu. Kabus gibi bir gündü…
Polisin Yeşilyurt’taki Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü’ne (KOM) götürdüğü bürokratlar arasında, Genel Sekreter Pervin Şenel Genç de vardı. Gözaltı sayısı kısa sürede 44’e çıktı. 15 gün önce sigarayı bırakan Aziz Kocaoğlu, 3 saat içinde iki pakete yakın içmişti. Tarif edemeyeceği kadar kötü bir gündü yaşanan. Belediye hukukçuları oradan oraya koşturarak polisin bilgisayar hard disklerini götürmesini önlemeye çalışıyordu. Veri depolanması için kullanılan hard disklerin kopyasız alınması, Belediye’nin hizmet vermesini neredeyse imkansız hale getirecekti. Bu arada 100’ü aşkın ihale ve alım dosyasına el konulmuştu.
Ortada böyle bir kaos yaşanırken, İzmir’in önde gelen avukatlarından bir grup Başkan’ı arayarak “gönüllü desteğe hazırız” mesajı verdi:
•Biz size inanıyoruz. Böyle bir durumda elimiz kolumuz bağlı seyredemeyiz. Yanınızda olmak istiyoruz.
Operasyon sırasında kamuoyundan gelen ilk önemli destekti bu. Kocaoğlu’nu motive eden, yüreklendiren, moral veren…
Bak Allah’ın işine! Hep aynı hakim…
Emniyetteki sorgulamanın ardından 34 kişi adliyeye sevk edildi. Savcılık sorgusundan sonra mahkemeye çıkarılan 20 kişinin 17’si tutuklanmıştı. Aralarında Genel Sekreter Genç de vardı. Belediye avukatlarıyla gönüllü avukatların hummalı çalışması ve itirazlar sayesinde tutuklu sayısı 11’e indi.
Uzun süre hafızalardan silinmeyecek, Türkiye yerel yönetimler tarihine “kara bir gün” olarak geçecek bu operasyondan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı talimatı ve 700 polisle yapılan bu operasyon, İzmir’de bir milattı artık.
“Çıkar amaçlı suç örgütü kurmak, kurulan örgütün faaliyetleri kapsamında ihaleye fesat karıştırmak, belgede sahtecilik, kurumu zarara uğratmak, rüşvet, tehdit, görevi kötüye kullanmak” suçlamalarıyla ortaya atılan iddialar, avukatlara bile gösterilmeden doğrudan “seçilmiş” basın kuruluşlarına servis ediliyor, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni, Başkanı’nı ve bürokratlarını itibarsızlaştırmaya yönelik ciddi bir algı kampanyası yürütülüyordu.
Aziz Kocaoğlu’nun da avukatı olan ve 2013 yılında İzmir Baro Başkanlığı görevini üstlenen Ercan Demir, verdiği bir röportajda, kurulan “tezgahı” en yalın haliyle şöyle özetleyecekti:
“Soruşturma savcısı Birol Çengil, yakalama ve el koyma kararlarını veren hakim ise İzmir 10. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yedek üye olarak atanan Ali Sayın’dı. Hazırlık aşamasındaki tüm bu tedbir kararlarının bir yedek üye üzerinden alınması, zaten başlı başına şüphe konusuydu. Aramalar ve günler süren gözaltılar sonrasında tutuklama istemiyle mahkemeye çıkarılan Büyükşehir çalışanları, karşılarında ‘Nöbetçi Hakim’ olarak yine Ali Sayın’ı gördü. Bak Allah’ın işine, hep ona denk geldik!”
Kılıçdaroğlu'na sunulan istifa mektubu
2 Mayıs 2011’deki büyük operasyonda Başkan Kocaoğlu’nun en çok içerlediği ama kamuoyuyla paylaşmadığı önemli bir konu vardı. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun geç reaksiyon göstermesi…
Eskiden beri Genel Başkanı’na sevgisi ve saygısı çok farklıydı. Hayal kırıklığı da bundan kaynaklanıyordu. 2009 yerel seçimlerine CHP’nin en güçlü adayı olarak giren İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı, partisinin Kadir Topbaş’a karşı İstanbul’dan aday gösterdiği Kılıçdaroğlu’na destek için kendi kampanyasını bırakıp onun yanına koşmuş ve çeşitli gruplarla toplantılar yapıp destek istemişti. Kılıçdaroğlu’na 7 Haziran 2015 genel seçimlerine “İzmir milletvekili adayı” olarak girmesi önerisini ortaya atan da kendisiydi. “Bu ülkeye cumhuriyeti getiren partiden ön seçime girerek demokrasiyi taçlandırmanızı istiyoruz” diyerek…
Partisinin “Türkiye'deki 1 numaralı kenti”ne yapılan ve sadece İzmir’in değil tüm ülkenin ayağa kalktığı, yurt dışında bile büyük yankı uyandıran böylesine bir olayda, Genel Başkan’ın bütün işlerini bir kenara bırakıp hemen İzmir’e koşması gerekmez miydi? Bırakın koşup gelmesini, Aziz Kocaoğlu’nu telefonla araması bile 2 gün sonra olmuştu.
İzmir’e gelmekte gecikilen her gün, Kocaoğlu’nu “Genel Başkan’ın kafasında acabalar mı var?” sorusuyla karşı karşıya bırakıyor ve bu düşünce de içten içe beynini kemiriyordu. Oysa İzmir, CHP’nin belediyecilikteki yüz akıydı. Sadece yatırım ve projeleriyle değil, kul hakkını gözeten uygulamaları ve tasarruf kriterleriyle de örnekti İzmir Büyükşehir Belediyesi… Adam kayırmacılık, çıkar ilişkileri falan yazmazdı İzmir’in kitabında…
3 Mayıs, 4 Mayıs, 5 Mayıs, 6 Mayıs derken…
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’ndan hâlâ bir işaret gelmemişti. Birkaç küçük basın açıklamasıyla yetiniyor, İzmir ziyaretini bir türlü programına almıyordu.
9 Mayıs tarihinde Genel Başkan’ın Muğla’ya gideceğini öğrenen Aziz Kocaoğlu, hemen makam odasının arkasındaki çalışma masasına geçip 2 mektup kaleme aldı. 2 mektup, 2 ayrı tarihliydi; birinin üzerine 9 Mayıs, diğerine ise 13 Haziran tarihi atmıştı. Yani 12 Haziran 2011 genel seçimlerinden hemen 1 gün sonrasına…
6 yaşından beri gönül verdiği “ata ocağı” partisinden istifa ediyordu.
“Yerin yerinden oynadığı İzmir’e gelip Belediye Başkanı ve bürokratlarına sahip çıkmayan Genel Başkan, demek ki henüz bizi tanıyamamış. Demek ki, kafasında soru işaretleri var”diye düşünen Kocaoğlu, mektupları yakın arkadaşı Alaattin Yüksel’e verdi. Muğla’da Genel Başkan’a elden teslim etmesi için… Partisini zor durumda bırakmak istemiyordu. Genel Başkan dilerse, 9 Mayıs tarihli mektubu kabul edecek, dilerse seçim öncesinde spekülasyon olmaması için bu işi seçimden sonraya bırakacaktı.
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı dediğini yaptı. Son derece gizli yürütülen bu olayı Kocaoğlu-Yüksel-Kılıçdaroğlu üçlüsünden başka bilen yoktu.
Mektupları büyük bir şaşkınlık içinde okuyan Kılıçdaroğlu, hemen ertesi gün soluğu İzmir’de aldı. Operasyondan tam 10 gün sonra… Konak Meydanı’nda toplanan İzmirlilere seslenirken, Aziz Kocaoğlu’nun elini tutarak, “İzmir’e ayrıca geleceğim. Şimdi buraya İzmir’i ele geçirmek için, devletin gücünü kullanan siyasal iktidara ‘istediğin kadar güç kullan, istediğin baskıyı yap yine de ele geçiremezsin’ demek için, Aziz Başkanı ziyaret etmek ve bilgi almak için geldim. Ne yaparlarsa yapsınlar! Bir inancımız var; biz kul hakkına saygı gösteririz. Kul hakkı yiyenlerden değiliz. Verilmeyecek hesabımız yoktur”diyordu.
Ama testi kırılmıştı bir kere…
İki çeteci (!) yan yana
Bu arada çok ilginç bir tesadüf yaşandı. Başkan Kocaoğlu ve yakın çalışma arkadaşlarından bir grup, 1 Mayıs 2011 Pazar günü, yani operasyondan sadece bir gün önce, bir özel televizyon kanalı için İzmir’de dizi film çekimleri yapan ünlü sanatçı Kadir İnanır’ı ziyaret etti.
Gündoğdu’daki 1 Mayıs kutlamalarının ardından, soluğu Çakaloğlu Han’daki film setinde almıştı Kocaoğlu… Epeydir bu ziyareti yapmak istiyordu ama işlerin yoğunluğu nedeniyle ancak o gün fırsat bulabilmişti. Çok keyifli bir sohbet geçti ikilinin arasında. Hatta Kadir İnanır’ın, kendilerini görüntüleyen foto muhabirine söylediği, “Böyle yakışıklı bir başkanla beni çekmeyin. Karizmam zedelenecek” sözleri kahkahalara yol açmıştı.
Bazı sahneleri 3. Selim zamanında inşa edildiği bilinen bu tarihi yapıda çekilen dizinin adı “İzmir Çetesi” idi. Aziz Kocaoğlu ve arkadaşlarının hemen ertesi gün “çete” suçlamasıyla karşı karşıya kalması, tarihin en ilginç tesadüflerinden biriydi hiç kuşkusuz.