İslami yapısıyla dikkati çeken Seferihisar, 981 tarihli nüfus sayımına göre, otuz bir mahalleden oluşan büyük bir kenttir ve bu mahallelerden sadece biri gayrimüslimdir. Seferihisar, ünlü Sünni ulema ailesi Fenarizâdelerin memleketi olmasından dolayı, Osmanlı bürokrasisinde gayet iyi bilinirdi.
Osmanlı resmi yazışmalarında, en azından on sekizinci yüzyılın başlarından beri, Seferihisar ile Sivrihisar sözcükleri Osmanlı kâtipleri tarafından birbirine karıştırılmıştır. Ankara veya Bursa’ya bağlı olan Sivrihisar’a ait belgeler, Seferihisar’a, Seferihisar’a ait yazışmalar da Sivrihisar’a gönderilmiştir. Bu karışıklığı önlemek için Osmanlı bürokrasisinde İzmir Seferihisarı ve Çeşme Seferihisarı sözcüklerinin kullanıldığı görülür.
On altıncı yüzyılda bir kadılık merkezi olan Seferihisar, ünlü Sünni ulema ailesi Fenarizâdelerin memleketi olmasından dolayı, Osmanlı bürokrasisinde gayet iyi bilinir. Seferihisar’ın Fenari Mahallesi'nde bulunan Müfti Camii, bu bölgede, Sünni İslam’ın temel merkezlerinden biri olmuştur.
Seferihisar merkez, Osmanlılar devrinde, on altıncı yüzyıldan itibaren, Çeşme yarımadasının en kalabalık kentlerinden biriydi. İslami yapısıyla dikkati çeker. Seferihisar’a ait 981 tarihli bir nüfus sayımına göre, Seferihisar otuz bir mahalleden oluşan büyük bir kenttir ve bu mahallelerden sadece bir mahalle gayrimüslimdir (Rum mahallesi). Kale içerisinde ve hemen dışında, Kale, Kubbeli, Iraklı, Kethüda, Hacı Hüseyin, İhtiyaroğlu (Eskici Hacı), Almalu, Cami-i Kebir, Bayladur, Hacı Kutbeddin, Gedik, Orta, Baba Melikşad, Hacı Ashab, Akdoğan, Gazzazistan, Suluk, Hacı Hasan, Hacı Üveys, Koçaç (Umuroğlu ve Şeyh Şaban), Kapıcı, Hazinedar, Haifli, Yenice (Seydi Mahmud) ve Ahi Muslidddin isimlerini taşıyan mahalleler yer alır. Osmanlı kayıtlarında, Seferihisar’ın Rum Mahallesi Papa Stravolos veya bazen zimmi mahallesi olarak geçer. Bu mahalle isimlerinin bir kısmı şimdi ortadan kaybolmuştur. Denilebilir ki, Seferihisar Rumlarının mevcudiyeti en azından on beşinci yüzyıl öncesine, yani Aydınoğulları devrine kadar geri gider. Hem Urla hem de Seferihisar Rumları, Aydınoğulları beyleri zamanında vergilerini Aydın beylerine ödemeyi kabul ettikleri için zimmi olarak burada oturma ve yaşama hakkını elde etmişlerdir. Bu sebeple, bunların köksüz, sonradan Ege adalarından geldiklerini iddia etmek doğru değildir. Muhtemelen Bizans devrinde de buradaydılar. Ancak burada belirtilmesi gereken nokta, Urla ve Seferihisar Rumlarının (Çeşme Rumları sonradan oluşturulmuştur ve tarihsel kökleri bunlar kadar eski değildir), Yunanistan’ın Etnik-i Eterya Cemiyeti’nin izlediği Elenleştirme siyasetine olumlu cevap vermiş olmalarıdır ki, bu durum Yunanistan’ın bağımsız bir devlet olarak kurulmasından sonradır. Yunanistan güçlenince, özellikle Urla’da Yunan pasaportu taşıyan Yunanistan vatandaşlarının mevcut olduğunu ve yerel halkla tarihsel bağlarının bulunduğunu iddia ederek, bölgedeki otorite boşluğundan yararlanarak, Urla’da görevlendirdiği Yunan konsolosu vasıtasıyla, Urla, Çeşme ve Seferihisar Rumları arasında, Yunan propagandası yapmaya başlayacaktır. Hâlbuki Seferihisar’ın en eski halklarının Müslümanlar (Yerleşik Türkler ve göçebe Yörükler), Ortodoks Rumlar (Yunanlılar değil) ve Çingeneler oldukları belgelenebilmektedir. Yunanistan’ın tarihsel haklarının temeli (antik kentler ve Rumlarla bağlantı kuruyor) çürüktür ve sunidir. Öncelikle, Osmanlı arşiv belgelerinde Seferihisar’ın Kızılbaş ve Etrakinden (Türkler) söz edilir.
GÜNDÜZLÜ AŞİRETİ
On altıncı yüzyıl sonlarında, 985 yılında, Seferihisar Türklerinin, Osmanlı devleti ile aralarının pek de iyi olduğu görülmüyor. Zira devlet, bunları Seferihisar ve Sığacık civarında eşkıyalık yapmakla suçluyor ve ellerinden tüfeklerinin alınmasını istiyordu. Hatta 972 yılında yeni yapılan Sığacık kalesine sürülen kişilerin hemen hemen hepsinin Seferihisar Türkleri oldukları görülür. O yıllarda, Seferihisar bölgesinin ilgilendiren temel sorunların, Osmanlı donanması için kürekçi toplanması, zahire tedarik edilmesi, sahillerin korunması, eşkıya leventlerin tahribatı ve Kıbrıs seferi olduğu anlaşılmaktadır ki bu olaylar Seferihisar Türklerini doğrudan ilgilendirmiştir. İran (Safevi) propagandasının buralara kadar ulaştığı ve hatta on dokuzuncu yüzyıl sonlarına kadar Seferihisar bölgesinde varlığını sürdürdüğü görülür. Nitekim 1311 tarihli bir belgede, Seferihisar’daki Kızılbaşlarla ilgili olarak tedbir alınması gerektiği ifade edilmiştir. 1838’de Seferihisar ve Çeşme’de devlete ait yerlerin işletmecisi olan Gündüzlü aşiretinin elinden bu işletmelerin alınmasını emredilir. Çingeneler (bu kelime Osmanlılarda resmiyette aşağılayıcı anlamda kullanılmıyor, onlar için bazen Kıpti kelimesi kullanılıyor), sayıları az olsa da, Seferihisar’ın en eski halklarından biri (şehir merkezinde yaşayan) oldukları belgelenebiliyor.
DAĞISTANLI AHMET EFENDİ
Seferihisar’ın bu nüfus yapısı, on dokuzuncu yüzyılda çeşitlendi. Yerli nüfusun yanına, Balkan ve Kafkas halkları da yerleştirildi. 1282 yılında Çerkezler, 1321 yılında da Bosna muhacirleri Seferihisar’da yerleştirildiler. 1275 tarihli bir belgeye göre Seferihisar’da Ermenilerin (Ermeni milleti) de mevcut olduğu, hatta Seferihisar’ın Ayazma bölgesinde Meryem Ana Kilisesi adıyla bir Ermeni kilisesi yaptırdıkları anlaşılmaktadır. On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Anadolu’nun pek çok yerinde olduğu gibi, Seferihisar’da da doktorluk mesleği Ermenilerin eline geçmişti. 1301 tarihli bir belgeye göre de Seferihisar’ın Beylerarası Mahallesi'nde Bosna muhacirleri iskân edildi. Dağıstanlıların da burada yerleştirildikleri görülür. 1304 tarihli bir Osmanlı belgesine göre, yaklaşık otuz bin müridi olan Dağıstanlı Ahmet Efendi’nin, Seferihisar’da Halidiye tarikatını yaymakla meşgul olduğu belirtilir. 1300 yılında Üçköprüler Çamlığı denilen yerde Batum muhacirleri yerleştirilmiş ve kendileri için devlet tarafından evler yaptırılmıştır. 1307 yılında da Batum muhacirlerinin burada yerleştirildiği ve bu mahalleye de İhsaniye ismi verildiği anlaşılmaktadır.
Yine belirtmek gerekir ki, Seferihisar’da zaman ve döneme bağlı olarak yeni mahalleler oluştu. Kısacası eski nüfus yapısı değişti. Tanzimat’ın ilanından sonra Tarabya (sonradan Türabiye’ye dönüştü) isimli yeni bir Rum mahallesinin kurulduğu görülür. 1923’te mübadele esnasında da Selanik Vodinalılar Seferihisar’da yerleştirildiler.
HEM ŞEHİRLİ HEM KIRSAL
9 Şubat 1298’de kaymakamlık yapılan Seferihisar’da, Rumlar, yerli Müslümanlar ve Ermeniler, kendi okul, mezarlık ve mabetlerine sahip oldular. 1317’de Seferihisar’ın Hristiyan mahallesinde Rum erkek mektebi yapıldı. Seferihisar Hristiyanları buradaki kiliseye defnediliyordu. Ama kilise zamanla yetersiz kaldı. Özellikle sıhhi açıdan zararlı olmaya başladı. Bu nedenle 1310 yılında kiliseye yakın bir yerde mezarlık yapmak üzere iki dönüm arazi satın aldılar ve cenazelerini buraya defnetmeye başladılar. Rumlar hem şehirli hem de kırsal insanlardı. Seferihisar’a bağlı İpsili köyünde de bir Rum kilisesi vardı.
Seferihisar, Müslüman vakıfları ve eserleri açısından zengin bir yerdi. Sultan IV. Murat ve I. Ahmet’in annesi Handan Sultan, Sultan III. Mustafa’nın kızı Beyhan Sultan’ın vakıf ve hasları mevcuttu. İlkokul (İbtidaiye), Ortaokul (Rüştiye) ve Mahkeme-i Adliye binalarına sahipti. 1318’de İzmir ile Seferihisar arasında bir telgraf hattı kuruldu. Eminüddin Mikâil Camii (1077’de var), Savga Bey Medresesi (1114’te var), Hacı Ali Efendi’nin yaptırdığı Çifte Hamam (1144’te var), Kubbeli Mahallesi Mesciti, Seferihisar’a bağlı Karaviranı Bostani köyündeki Bostancı zaviyesi (1145’te var), Sığacık’ta Mustafa Kaptan Camii (1253’te var), Sığacık Kalesi içindeki Seyyid Taha Zaviyesi, İslam eserlerinden bazılarıdır. Hatta bu zaviyenin binası 21 Nisan 1919’da hükumet konağı yapıldı. Seferihisar kalesi ise şüphesiz en eski yapılardan biriydi.
DOĞAL AFETLER
Zımpara madeni, zeytinyağı, üzüm mamulleri, palamut ve hububat, Seferihisar’ın ticari ürünleri arasında görünüyor. Kahve ve şarap ise buradan transit olarak geçiyordu. Seferihisar, doğal afetlerle karşılaştı. Bunlar, 1299’da çekirge istilası, 1327’de tifo hastalığı, kıtlık, deprem ve yangınlardır. 1262’de padişah Seferihisar ahalisine tohumluk buğday dağıtmıştır. Hububat kıtlığı, İtalya ve Ege adalarıyla olan hububat kaçakçılıktan dolayı, bölgenin temel sorunlarından biri olarak kaldı. Eşkıyalık ise, bölgenin en önemli sorunlarından biri olmaya devam etmiştir.