Kadına şiddete dair bir haberin bültenlerde geçmediği gün yok gibi. 2008 ila 2017 yılları arasında cinayete kurban giden kadın sayısı 687. Bu rakam, Jandarma ve Sahil Güvenlik Akademisi tarafından açıklandı ve sadece Jandarma görev bölgesindeki alanlarla ilgili. En az cinayet 2009 yılında gerçekleşmiş, 56 ile. En çok da 2015 yılında görüyoruz: 90. Jandarma, her ne kadar ülke yüzölçümünün yüzde 92’sini kontrol etse de nüfusun sadece yüzde 14’ü sorumluluk alanlarında. Dolayısı ile kent merkezleri de araştırma kapsamında değerlendirildiğinde neredeyse her gün bir kadın cinayete maruz kalıyor.
Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü ve Aile Bakanlığı’nın birlikte yapmış olduğu ‘Aile içi şiddet araştırma’ raporunun da irdelediği gibi ‘kadınların yüzde 36’sı kocası ya da sevgilisi tarafından fiziksel şiddete uğramakta, yine, kadınların yüzde 9’u çocukluk dönemi olarak kabul edilen 15 yaşından önce cinsel istismara maruz kalmakta, şiddet gören kadınların yüzde 89’u da maalesef hiçbir resmi kuruma başına gelenlerle ilgili tahkikat için başvurmamakta’.
Ülkemizdeki bu içler acısı durum ne yazık ki dünyada da aynı düzlemde devam ediyor. Dünya Ekonomik Forumu'nun yayınladığı küresel cinsiyet eşitliği raporuna göre, eşitliğin en iyi tespit edildiği Dünya ülkelerinin sıralaması İzlanda, Norveç, İsveç ve Finlandiya şeklinde. Türkiye listenin 130’uncusu! Cinsiyet eşitliği listesi, kadınların ekonomiye katılımı, fırsat eşitliği, eğitim imkanları, sağlık ve kadının siyasi güçlendirilmesi gibi kriterlere bakılarak oluşturulmakta. İzlanda ve Finlandiya'da 2016 yılında yapılan bir çalışmada, 1 milyon kişi başına düşen kadın cinayeti sayısı 6 olarak tespit edilmiş. Belki merak edilebilir diye diğer ülkeleri de sıralamak isterim: Almanya, Hollanda, Norveç, İsveç ve İspanya'da 5, İsrail, Ermenistan ve Hırvatistan'da 7, Belçika, Avustralya ve Romanya'da 8 kişidir.
Dünya Sağlık Örgütü de bu konuda çalışmalar yapıyor. DSÖ’nün 2015 verilerine göre, Japonya 1 milyon nüfus başına düşen 2 kadın cinayeti ile en düşük oranı yakalayan ülke konumundadır. Türkiye’de, 2015 verilerine göre 1 milyon nüfus başına 5 kadın cinayeti var.
Avrupa Birliğinin yaptığı çalışmalarda, kadına yönelik cinayet ve tecavüz vakalarında, iki ülke başı çekmekte: İngiltere ve Fransa. Avrupa İstatistik Ofisinin(Eurostat)rakamları referans alındığında Fransa, 2017’de 601, Almanya 380, İngiltere 227, İtalya 130 ve İspanya 113 cinayet kurbanı ile listenin başında sıralanmakta. Yine Eurostat verilerine göre, İngiltere yıllık 48.122 tecavüz ve cinsel şiddet vaka sayısı ile Avrupa’da lider! İngiliz resmi verileri de bu rakamları doğruluyor: Sadece Galler bölgesinde bir yıllık bir kesitte, 1.198.094 ihbar yapılmış, aile içi şiddete dair!
Ülkemizde, kadın cinayeti işleyenlerin soruşturmalarında ilk üç neden namus! Aşırı tutku! Ve başkaldırı! Olarak tespit edilmiş. Günümüzde kadının kimlik arayışının bir uzantısı olarak, ekonomik özgürlük bağlamında işe girmek isteğinin de bir başkaldırı şeklinde değerlendirilmesi acı gerçek şeklinde karşımızda durmaktadır. Yine boşanma sonrası ortaya çıkan cinayetler ise erkeğin ayrılıkla baş edebilmesi için psikolojik destekten adli kontrole kadar birçok sosyal yardım politikalarının gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Nitekim Adalet Bakanlığı yeni bir genelge ile kadına yönelik şiddet bürolarını yaygınlaştırılmasını, uzman savcılar yetiştirilmesini, önleyici kapsamda şiddet uygulamalarına karşı öfke kontrolü, stres ile başetme rehabilitasyon programlarının oluşturulmasını yasal yükümlülük haline getirdi.
Kadınların, eğitime ve sağlık hizmetlerine erişim kolaylığından iş yaşamında ücret dahil tam bir eşitliğe giden süreçte küresel cinsiyet eşitliğinin sağlanabilmesi, insanlığın, 2000’li yıllarda bir an önce gerçekleştirmesinin gerektiği zorunlu bir aksiyon.
Türk toplumu olarak kadın cinayetlerin önlenmesi bağlamında, siyasi irade ile adli makamlar ve kolluk kuvvetlerinin tam bir işbirliği ve kararlılığı şart. Mevcut yasalar tavizsiz bir tutumla uygulanmalı. Sivil toplum örgütleri, diyanet dahil ilgili kamu kurumları, merkezleri ve halihazırdaki tüm mekanizmaların koordine bir şekilde çalışması sağlanmalı. Unutulmamalı ki, kadın cinayetleri aniden değil, bir şiddet sürecinin sonunda yaşanmakta, dolayısı ile bunların önlenebilmesi için toplumun tüm kesimleri ve kurumlarının harekete geçmesine imkan verecek zaman bulunmakta.