Bu yazının esin kaynağı, Karşıyaka Belediyesi'nin “Saray” tanımından vazgeçip, İzmir’in en güzel mutluluk mekanlarından birinin adını “Zübeyde Hanım Nikah Evi”ne çevirmesidir. Son derece yerinde bir kararla, Cumhuriyet’in 93. yılı kutlamalarına denk düşürülen ad değiştirmeyle ilgili haberleri okumuşsunuzdur. İzmir gibi bir kentte, kimi nikah mekanlarının taşıdığı arabesk ve taverna kokan adlara dikkat çekip, özellikle yerel yönetimlerimizden benzer tutum ve duruşu göstermelerini dileyelim. Neden? Çünkü biz, kullanılan kavramla dünyaya bakışın koşutluk taşıdığına, duruşların da bu kavramların nerede, nasıl ve hangi amaçla kullanıldığıyla ölçülebileceğine inanıyoruz.
Gündelik dil (yalnızca gündelik mi, basın, yazın, bilim yazılarına bakınız) fukaralığımıza, üst perdeden tümce kurma merakımız da eklenince, olan kavramlara ve içerdikleri değer ya da anlamlara oluyor. Kaynağını, kökenini, neden ortaya çıktığını bilmeden, savurup durduğumuz kavramlar, vahim bir anlam erozyonunda, eskiyor, içi boşalıyor. Bunun tersi durumlar da var kuşkusuz. Böyle ulu orta değil, tam tersine bilinçli, programlı bir taktikle, o kavramların önce dile, sonra algıya, nihayet bireysel ve toplumsal yaşamlara egemen olması için, elden gelen yapılıyor. İlk grubun, algı yoksunluğundan sorumsuzluğa uzanan bir sıralama içinde, ikinci gruba su taşıdığını söylemeye, bilmem hala gerek var mıdır?
“Saray” kavramı, özellikle on-on beş yıldan beri, sabah akşam yinelenerek, açık ara bir
fark yaratmış bulunuyor. Belediye Sarayı, Adliye Sarayı, Emniyet Sarayı falan diye, “resmi” Cumhuriyet kurumlarına dair adlandırmaları görünce, “sivil” yapılanmalar durur mu? Simitçi, kunduracı, mobilyacı, tatlıcı ve bilcümle ticaret erbabı, dükkan adlarına “saray”ı konduruveriyor. Çankaya Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne alternatif olarak yapılan Beştepe Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda daha farklı bir duruş seçilip, “Külliye” kavramına geçildiğini biliyorsunuz.
Yazı arşivimize bakıldığında, bu “saray” kavramına taktığımız, kimi ironiye sığınmış pek çok yazı kaleme aldığımız görülecektir. Bunlara örnek olarak, www.kentyasam.com’daki “Sevgilim İzmir” köşemizdeki “Saraylar yaptırdım…” başlıklı yazımızın okunmasını dilerim. O yazıda da altını çizdiğimiz bir soru vardır. Belediye binanıza “saray” denmesini, sürekli dillendirdiğiniz dünya görüşü ya da duruşla, nasıl bağdaştırabiliyorsunuz? Bunun yanıtını bugüne dek alamadık. Sorumuzun çok yalın, anlaşılması için çok fazla çaba gerektirmeyen bir içeriği ve gerekçesi vardır: saraylar, bugün tarihsel değer taşıyan ve titizlikle korunması gereken birer kültürel mirastır. 93 yıllık Cumhuriyet rejimi açısından, bunun dışında herhangi bir anlam taşımayan “saray” kavramını; çağdaş, demokratik ve laik bir ülkede, gündelik yaşamın pratiğine dönüştürmek için, bu kadar çaba niye?
Bir kere daha yineleyelim: o binaların adları “saray” olarak anıldıkça, içlerindeki görevliler de kendilerini sultan, vezir, haseki, sadrazam olarak gördükçe, kapısına gelenlerde de “hakkının ve sorumluluğunun” bilincinde “yurttaş” algısı törpülenip, yerine “tebaa, kul” kabullenişi alan buldukça, “Cumhuriyet”in yaşamdaki karşılığını görmek, giderek olanaksızlaşacaktır. Bakınız, demokrasiden hukuka, bilimden kültür sanata, eğitimden gündelik birey ve toplum davranışlarına ahvalimiz…
“Saray”a çakılıp, sözü uzattık. Kavram ve duruş diyalektiğinin nasıl perişan edildiği, bitmez bir yazı kaynağıdır. Örneğin “devrim” ve “demokrasi”, bizi de yaz diyor. Yazacağız.