Sosyal medyanın bulamaca benzettiği, dikkat-algı-yorum diyalektiğinin yerlerde
süründüğü, hele ki köşeciden, ekrancıdan, saymakla tükenmez ahkâm erbabından geçilmediği
bir memlekette, yazdıklarımız yeterince okunmuyor diye hayıflanmanın âlemi yoktur. Ama
yine de, çocuk-sanat ilişkisi üstüne giriş yaptığım geçen haftaki yazımın, bilhassa konuyla
ilgili zevat tarafından okunmasını, görüş-eleştiri-öneri ateşini harlandırmasını dilerdim.
Yapılmıyor diye vaz geçecek değiliz elbette.
Çünkü sorun artık kanamalı bir haldedir, ilkel-kindar-mundar kuşaklar hayali kuranlar
ile tedarikçilerin ve aymazların işbirlikçiliğine dönüşmüştür. Nicedir ölümcül bir piyanonun
her tuşuna aynı anda basıyorlar. Bir ülkeyi her alanda nefessiz, hazırlıksız yakalamaya, teslim
almaya, kendilerine benzetmeye çalışıyorlar. ÇEDES, Proje Okulları, rotasyon ayağına her
okulu ideolojilerinin kalesine çevirme girişimleri, konumuza dair yalnızca birkaç örnek.
Meraklısına, ülkenin uzak, gözden ırak yerlerine gitmelerini, öğretmenlerin ve öğrencilerin ve
duyarlı insanların çilelerine tanık olmasını isterim. Ki artık gitmeye gerek de yok; artık
buradalar, neredeyseniz oradalar.
Mustafa Necati’nin koltuğunda oturan hali hazırdaki “bakan”ın, tüm eleştirileri,
soruları ve sorgulamaları “Sizin yolunuz size, benim yolum bana” demekle ne istediğini,
bunun çağdaş-demokratik-laik-bilimsel eğitimden kopuş ilanı olduğunu kaç kişi fark etti,
merak etti dersiniz? Uzatmaya ne gerek, konuyu kendi uğraş alanımıza indirgeyelim ve sonda
söyleyeceğimizi başta beyan edelim: yeni kuşakları baskı ve korku makinasında biçimlemeye
çalışanların en büyük destekçisi, kendine yazarım, tiyatrocuyum, sinemacıyım vb. diyenlerdir.
Geçen hafta kulaklarını çınlattığımız zırcahil eğitimcilerle, bin travma içinde ne halt edeceğini
bilmeyen yetişkinlerle, makam mevki işgalcisi çapsızlarla oluşturdukları korkunç bir
cehennemde, çocuklarımızı ve gençlerimizi kendilerine benzetmek için debelenmektedirler.
Ve bu tiplere sorarsanız en büyük milliyetçi, en şahane dinci, en bulunmaz dilci, en görkemli
halkçı, ah çocukları için çile üstüne çile çekenler bunlardır. Bunlar, sözcüğün her türlü
çağrışımıyla, yalan söylemektedir! Çünkü doğruyu söylemek, gerçekle yüzleşmekten geçer.
Gerçekliğini, aklını, vicdanını yitirenlerin tek çaresi, yarattıkları boşlukları yalanla doldurmak
ve dayatmaktır.
Neyi neden yaptığının hesabını bilim ile etik, sorumluluk ile yetkinlik, düşünce ile
estetik yoldaşlığıyla veren sanat emekçilerinin üstüne düşen, bu bezirgân soygunculara barikat
oluşturmak, teşhir etmek, kamuyu uyarmak ve nihayet bu çapsızları hak ettikleri çöplüğe
göndermektir. Bugün bir sanat emekçisi, düzenle ve işbirlikçileriyle mücadele ederken,
ekosistemi kendine benzetmeye çalışan ve utanmazca yazarım, şairim, tiyatrocuyum,
sinemacıyım vb. diyen kenelerden temizlemekle de sorumludur.
23 Nisan haftası geliyor ya –bkz. geçen haftaki yazım- herzelerini ortalığa saçmaya,
bunları utanmadan sanat diye pazarlamaya başladılar. Lütfen şu “Çocuk Oyunu” diyebilecek
kadar gözü dönmüşlük saçmalıklarına bakın. İnternetten yürütme zevksizlik bulamacı
afişlerine, çizgi filmlerden yürüttükleri tiplerle yaratmaya çalıştıkları algı utanmazlıklarına,
oyun adlarına vıcık vıcık sızmış pedagoji ve psikoloji cinayetlerine iyi bakın. Lütfen
çocuklarınız adına merak edin, kaygı duyun, korkun ve onları bu saçmalıklardan koruyun!
Merdiven altlarında peydahlanmış, her biri telif hakları açısından suç belgesi olan bu
işler, elbette yalnızca çocuklarımızı sömürmüyor. Sıkıştırdığınızda “amatörüz” çığlığı atan
“armatörlerin” kayığına binmiş ve çoğu yeteneksizlik simgesi nice insan da bu sömürüden
nasibini alıyor. Bir pide-ayran karşılığında, sigortası falan olmadan, o pelüş yığını giysiler
içinde ter dökenleri de ayrıca konuşmak gerek. Yahu, bir günde 10 oyun sahnelenebilir mi?
Bu cinayetler, AVM’lerin meşum salonlarında, okuluna çeki düzen vermek ve ödeneksizlik
cenderesini kırmak isteyen müdürlerin peşkeş çektiği “çok amaçlı” ve hiçbir amaca hizmet
etmeyen, fıldırgöz müteahhit ürünü salonlarda her gün ve defalarca işleniyor. Siz bu listeye,
belediyeleri bir biçimde ikna eden organizasyon şirketlerinin taşıdığı saçmalıkları da ekleyin.
Belki bugüne dek düşünmediğiniz pek çok ayrıntıyı bir arada okuyorsunuz, demek
bunlar da varmış diyorsunuz. İnanın çok azını okudunuz. Belki bir gün birinin aklına gelir de,
örneğin “Sanat ve Çocuk” temalı bir buluşmada bizi bir araya getirirse, daha da fazlasını
dinleyeceksiniz.
Değerli dostlar, arkadaşlar, bu işlerin bir yerlerinde duranlar, anneler, babalar,
yetişkinler, ey sanat örgütlerinin ağa babaları ya da anaları, hey bu ülkenin geleceğini dert ve
sorumluluk edinenler!
Çocuklarımızı her alanda korumakla, kollamakla, yönlendirmekle ve bütün bunlar için
kendimizle yüzleşmekle mükellefiz.
Haydi, iş başına!