Kemeraltı İzmir’in, Kızlarağası Kemeraltı’nın gözbebeği… Nedense bu iki gözbebeği için öyle derinlemesine; Kemeraltı’nın İzmir’in iktisadi yaşamındaki rolü ve önemi, Kızlarağası Hanı’nın nasıl ortaya çıktığı, Kemeraltı’nın dönüşüm ve gelişmesinde nasıl bir rol oynadığı hakkında bilgilerimiz çok kısıtlıdır.

Her ayın son yazısını İzmir ile ilgili yayınlanmış nadir ya da güncel bir eser üzerinde değerlendirmelere ayıracağımı belirtmiştim. Bu hafta Kızlarağası Hanı üzerine yayımlanmış ilk monografik eser olan ve Erwin Gräf tarafından hazırlanan “Die Geschichte eines Chan’s in Smyrna: eine wirtschaftsgeschichtliche Studie, Wiesbaden 1955” adlı kitabın ve yazarının üzerinde duracağım.

HACI BEŞİR AĞA

Abdülkadir Özcan Kızlarağası Hanı’nın banisi Hacı Beşir Ağa ile ilgili şunları aktarıyor: “XVII. yüzyıl ortalarında doğmuş, küçük yaşta zenci köle olarak İstanbul’a getirilmiş ve kızlar ağası Yapraksız Ali Ağa’nın yanında yetişmiştir. Zamanla padişah musâhipliğine yükselen Beşir Ağa 1705’te saray hazinedarı oldu. 1713’te zamanın Dârüssaâde ağası Süleyman Ağa ile birlikte önce Kıbrıs’ta, sonra da Mısır’da ikamete mecbur edildi. Daha sonra buradan Hicaz’a gönderildi ve şeyhülharemlik makamına tayin edildi. 1717’de İstanbul’a getirilerek Dârüssaâde ağası oldu. On üç yılı III. Ahmed, on altı yılı da I. Mahmud zamanında olmak üzere toplam yirmi dokuz yıl harem ağalığı görevinde bulunan Beşir Ağa 3 Haziran 1746’da vefat etti; türbesi Eyüp’tedir.

İlim ve maarif ehlini himaye etmiş, ayrıca pek çok hayır eseri yaptırmıştır. Bunların başlıcaları Bâbıâli’de cami, sıbyan mektebi, medrese, kütüphane, tekke ve sebilden meydana gelen bir külliye; Eyüp’te bir dârülhadis, kütüphane ve çeşme; Topkapı Sarayı içinde bir mescid; İstanbul’un çeşitli yerlerinde çeşmeler; Medine’de bir medrese ve kütüphane, Kahire’de bir sebil ve mektep; Ziştovi’de bir medrese ve kütüphanedir. Ayrıca Bağdat’ta İmâm-ı Âzam Camii Kütüphanesi’ne de bir miktar kitap vakfetmiştir.”

VAKIF ESERLERİ VE AKARLAR

Yaptırdığı vakıf eserler arasında okul, medrese ve kütüphanenin çok sayıda olması Beşir Ağa’nın eğitim ve kitap konusuna çok büyük değer verdiğinin göstergesidir. Çok büyük bir coğrafyaya yayılan vakıf eserlerinin sürdürülebilirliği için de önemli kaynak gerekiyordu. Bu amaçla en düşüğü 60 Akçe, en yükseği 46 bin Akçe (Sakız Adası’nda ev ve narenciye bahçesi) olan çok sayıda han, hamam, bahçe ve ev bu vakıf eserlerin varlığını sürdürmesi için vakfedilmişti. Kızlarağası Hanı da 90 Akçe yıllık geliriyle bu akarlar arasındaydı.

Kızlarağası Hanı’nın inşa sürecine ilişkin Alman Şarkiyatçı Erwin Gräf’in araştırması sonucu ulaştığı bilgiler hanın inşası öncesine dair de bilgiler içermektedir. Erwin Gräf, Osmanlı’da kölelerin vakıf kuramamasından yola çıkarak bir köle olan Hacı Beşir Ağa’nın daha önce azad edilmiş olması ya da saray içinde bu duruma özgü düzenleme yapılmış olması gerekir düşüncesiyle hareket ederek her halükarda padişah tarafından mülkiyet edinme ve vakıf kurma konusunda onay verildiğini belirtir. Hanın yapılacağı yerin tanımlanmasında ise şu ifadelere yer verir yazar, “Hanın yapılacağı yerin üzerinde ateşli silahların hurdasının ticaretinin yapıldığı Saçmahane ve hemen onun yanında bulunan boş arsa üzerinde Hacı Beşir Ağa tarafından bir taş yapı inşa edilmiştir. Ancak hanın inşa edileceği sırada Saçmahane kullanılmamaktaydı. Bundan yola çıkarak hanın bir yangın veya deprem sonucunda kullanılamaz hale geldiğini düşünebiliriz.”

Bugün Kızlarağası Hanı olarak adlandırdığımız hanın inşasından sonra nasıl anıldığını yazar şöyle açıklıyor; “Yenilenen bu yapı ‘Neuer Han’ han-i cedid veya ‘Großer Han’ han-i kebir olarak anılmaktaydı ve 1175/1761-1762 ve 1188/1774 yılları arasında -kendisi hakkında pek fazla bilgi sahibi olmadığımız- Salih Ağa tarafından vakfa dâhil olarak ‘Kleinen Han’ han-i sagir (Küçük Han) inşa edilmiştir. İki katlı olan bu yapı konut, dükkân ve depolardan oluşmaktaydı. Bugün Kızlarağası Hanı olarak anılan bu yapının ancak yarısı günümüze ulaşmıştır.”

Erwin Gräf’in hanın inşasından önce lokasyona dair verdiği bilgileri 1723 tarihli panoramik İzmir minyatüründe görmek mümkün olabilmektedir. Minyatürde, Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın 1670’lerde inşa ettirdiği Büyük Vezir Han, hamam ve cami açıkça görülmekte; hemen sağında Liman Kalesi ve onun sağında da Kızlarağası Hanı’nın inşa edilmeden önceki yapıların yaklaşık 20 yıl önceki hali (sözü edilen boş arsa dahi) dikkat çekmektedir.

ERWİN GRÄF

16 Şubat 1914'te Almanya'nın Westfalen eyaletinde Hückeswagen kasabasında dünyaya geldi. 1932-1937 yılları arasında Bonn Üniversitesi'nde şarkiyat, ilâhiyat ve felsefe okudu. 1941'de askere alındığında Berlin'de silâhlı kuvvetler genel kumandanlığı karargâhında Arapça, Farsça ve Türkçe mütercimi olarak görev yaptı; bu arada Kırım Tatarcası ve diğer bazı Türk lehçeleriyle de meşgul oldu. 1951 yılında Köln Üniversitesi'nin şarkiyat bölümüne asistan olarak girdi ve 1955'te doçent, 1960'ta profesör, 1964'te de Werner Caskel'in yerine kürsü başkanı oldu. Tahsil hayatının ilk günlerinden itibaren daha çok fıkha ilgi duyan Gräf, bu ilmin şarkiyat alanında müstakil bir bilim dalı olarak kabul edilmesi için çaba harcadı. Bu alanda çok sayıda makale ve kitap yayınladı.

İslâm'da ölüm konusu üzerine bir konferans vermek için gittiği Tübingen şehrinde 3 Şubat 1976 günü vefat eden Gräf mütevazı, sabırlı ve yardımsever bir kişiliğe sahipti. Onun İslâm'a ön yargısız yaklaşması ile ortaya yeni bir şarkiyatçı tipi koyduğu söylenebilir.

SONSÖZ YERİNE

Gelelim Erwin Gräf’in 33 sayfalık kitabına kaynaklık eden belgelerin ne olduğuna; yazar bunu şöyle açıklıyor: “Burada yayımlanan ve ele alınan belgeler (Belge no: 200-208 ve orijinali savaş sırasında yanmış olan numarasız 1 fotokopi) Max Freiherr von Oppenheim Vakfı’nda bulunmaktadır. Bu belgeler bir vakfın 50 yıldan fazla bir süre içindeki (1755-1811) yansımasını ve vakıfların iktisadi olarak önemini göstermesi açısından ufuk açıcı ve yol göstericidir.”

Yazarın kitabının giriş bölümündeki, bu yazının ise son bölümündeki düşüncesi bize sanki kent için neler yapmamız gerektiği konusunda uyarıcı ve yol gösterici niteliktedir.