19. yüzyılda İzmir’de iki büyük arkeoloji otoritesi bulunmaktaydı. Birisi İzmir ve çevresine ilişkin olağanüstü eserler/araştırmalar ortaya koyan Georg Weber ve diğeriyse İzmir ve çevresinde çok sayıda kitabe kopyalayan Aristote Marie Fontrier’dir. Her iki isim de aynı dönemde Rumların kentteki prestij eğitim kurumu olan Rum Evanjelik Okulu öğretmenleriydi. Fontrier 1907’de, Weber de 1910’da bu kentte vefat etmiştir.
Anlaşıldığı kadarıyla bu iki isim 1890’lı yılların başlarına kadar aynı kurumda olmanın getirdiği olağanlıkla oldukça yakın olmuşlar ve hatta birlikte üretmişler de… Örneğin, Fontrier, İzmir ve çevresinin 13. yüzyıl topografyası açısından paha biçilemez değerde ve önemde olan Lembos Manastırı üzerine çalışırken, harita hazırlama işini Georg Weber üstlenmiştir…
Akademik Rekabet
Ancak bu işbirliğinden sonraki süreçte bu iki değerli insan arasında ilişkinin kötüye gittiğini düşünüyorum. Bu tarihten itibaren Weber Bergama Suyolları’nı araştırmaya koyulur. Fontrier de inanılmaz şekilde kitabe kopyalamaya ve okumaya koyulur. Belki de bu ilişkinin kötüye gidişinin İzmir bağlamında zengin bir bilgi üretim sürecine yol açtığı için hayırlara vesile olduğunu düşünebiliriz. Bir ara bu rekabet ortamının kent araştırmalarına nasıl yansıdığını ele almaya çalışacağım.
Weber’in Batı Anadolu’da Suyolları Araştırmaları
Weber, Batı Anadolu antik kentlerinde suyolları araştırmalarına Bergama ile başlar. İkinci olarak da Laodicea ile devam eder. Yanı sıra da İzmir’in suyollarını araştırmayı sürdürür. Kendisi bu süreci şöyle aktarıyor: “…Bergama’nın tarihi suyollarını araştırırken duyduğum heyecan beni Laodicea’nın tarihi suyollarını da araştırmamı ve 1898 yıllığında yayınlamamı sağladı. Burada vermeye çalıştığım İzmir’in tarihi suyolları çalışması da aynı heyecana ve uzun yıllara dayanan inceleme ve gözlemlere dayanmaktadır. Benim saptadığım 6 suyolundan ikisi devre dışındadır ve kalan dördü hali hazırda hizmet vermeye devam etmektedir. Güncel olarak yapımı düşünülen ve kentin yedinci suyolunu oluşturacak olan hat burada ele alınmamıştır.”
Weber’in Batı Anadolu’da tarihi suyollarını araştırdığı ve sonuçlarını “Mitteilungen des Kaiserlich Deutschen Archaologischen Instituts (Athenische Abteilung)”ta yayınladığı antik kent yerleşimleri şunlardır:
1. İzmir - Torbalı, Yeniköy, 2. Tralles – Aydın, 3. Antiochia ad Meandrum – Aydın/Karasu, Aliağa Çiftliği, 4. Aphrodisias – Aydın /Karasu, Geyre, 5. Trapezopolis - Denizli, Babadağ, 6. Hierapolis - Denizli, Pamukkale, 7. Laodicea ad Lycos – Denizli, 8. Apamea Kibotos - Afyon, Dinar, 9. Antiochia ad Pisidia - Isparta, Yalvaç, (1904, Cilt XIX sayfa 86-101).
1- Siplyum Magnesia’sı, 2- Thyateira – Akhisar, 3- Philadelphia-Alaşehir, 4- Bloundes-Uşak, Ulubeyli, Sülümenli, 5- Akmonia-Uşak, Banaz, Ahatköy, 6- Prymnessos-Afyon, Sülün, 7- Kotyaeion-Kütahya, (1905, Cilt XX sayfa 202-210).
İzmir’in Suyolları
İzmir’de tarih boyunca kent merkezinde kullanılan suların kaynakları ve izledikleri yolları gibi inanılmaz bir araştırmayı yapan Weber’in bu uğraşı 19. yüzyıl sonlarındaki koşullarda yaptığı göz önüne alındığında değeri ve önemi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. 1890’lı yılları kapsayan bu çalışmalar sırasında yazar İzmir’i tarih boyunca ve çalışmanın yapıldığı döneme kadar besleyen 6 suyolu ve kaynağı saptamıştır: “…Saptadığım 6 suyolunu sıralarken tarihi adlarından çok bugünkü adlarını vermeye çalıştım:
Yüksek basınçlı Karapınar Suyolu,
Akpınar Suyolu,
Kapancıoğlu Suyolu,
Melez Vadisi’ndeki Bizans Suyolu,
Osmanağa Suyu,
Vezir Suyu,”
İzmir’in Sokak Çeşmeleri
Kentin özellikle 19. yüzyıl ikinci yarısından itibaren nüfusunun çeşitli etkenlere bağlı olarak sürekli artması, Kırım’dan, Girit’ten ve Balkanlar’dan gelen göçmenler için yeni iskân alanları açılması ve teknolojik gelişmeler kentsel yaşama dair birtakım yeni önlemler alınmasını gerektiriyordu. Aslında su ihtiyacı bağlamında bu sorun kentte 17. yüzyıl üçüncü çeyreğinde de gündeme gelmiş ve bu sorun dönemin sadrazamı Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından yapılan sayıları 70’i bulan sokak çeşmeleriyle çözülmeye çalışılmıştı.
Belçika Su Şirketi Kuruluyor
Weber’in saptadığı 6 su kaynağı haliyle kente cazibeyle getirilmiş su kaynaklarıydı. Buna bağlı olarak gelen suların cazibe akışı Kadifekale eteklerinde, bir zamanlar İzmir Mevlevihanesi’nin ve günümüzde varlığını sürdüren Piyaleoğlu (/Dibekbaşı) Camisi’nin bulunduğu 76 metre koduna kadar çıkabilmekteydi. Ocak/1890’da İzmir’den İstanbul’a gönderilen dilekçede; Karataş, Değirmendağı, Hamidiye, Teşvikiye, Çukurçeşme gibi sekiz-on mahalle halkının büyük su sıkıntısı çektiği, içmek için bile su bulamadığından pek çok kişinin hastalandığı belirtilmektedir. 19. yüzyıl sonlarında da kentteki su sorununu çözmek ve yüksekte bulunan yerleşimlere de ulaşabilmesi amacıyla Belçika kökenli “İzmir Suları Osmanlı Anonim Şirketi (1895-1944)” kurulur.
Karapınar Suyolu, Zeus Akraios ve Panaya Galatoussa
Weber yıllarca süren kentin su kaynakları araştırması sırasında bugünden geriye baktığımızda çok önemli üç konuyu ortaya çıkarmış ve bu bilgilerin bugün bize ulaşmasını sağlamıştır. Elbette bu üç konunun önemi, çalışmalar sırasında su hatlarını incelerken/araştırırken ortaya koyduğu topografik bilgiler ve mahalli isimler gibi diğer konuların önemini azaltmaz!
Bu çalışma sırasında Weber’in ortaya koyduğu Karapınar Yüksek Basınçlı Suyolu, gerek Karakapı adının lokasyonu gerekse Kadifekale’ye su çıkarılması açısından önemlidir. Weber bu hattı ayrıntılı olarak incelemiş, suyun kaynağından varış noktası olarak Kale’nin yakınlarına kadar tesisat malzemelerini izlemiştir. Su iletim hattı krokide de görüldüğü gibi Atatürk maskının hemen güney bitiminden vadiye inerek karşıya geçmekteydi.
İkinci olarak ise Akpınar Suyolu’nu araştırırken bu hattın Değirmendağı’nda olduğu düşünülen Zeus Akraios Tapınağı’na (sonradan İmparator Hadrian adına tapınağa dönüştürüldüğü düşünülen) ulaştığını ortaya koymasıdır. Bunun için de günümüzdeki Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nin hemen alt kısmında şebeke hattı içinde bulduğu ve üzerinde suyun Zeus Akraios’a gittiğine dair ifade bulunan kitabedir.
Son olarak da 821 Sokak’ta yer alan ayazma ile ilgilidir. Rumların Panaya Galatoussa olarak adlandırdıkları ve benim Sütveren Meryem Ayazması olarak Türkçeleştirdiğim yapıyla ilgilidir. Gerçi 1750’lerde Pastör Stephan Schulz bu yapıya değinen ilk gözlemci olmuştur ancak Weber bu yapıyla ilgili olarak içine girerek krokisini çıkarmış ve işlevi hakkında bilgi de aktarmıştır. Buna göre burası Batı Anadolulu ve Adalı Rum kadınlar tarafından sütü olmadığı takdirde burada dua ederek, suyundan içerek ve mum yakarak süt sahibi olacaklarına inandıkları kutsal bir alandı. Weber, kanalın sonunda bulunan niş içinde Meryem tasviri olduğunu aktarır; ancak bundan birkaç yıl önce ben kanala girdiğimde nişin içi kazınmış ve tasvir yok edilmişti…