“Anadolu'nun batı kıyısındaki Kolophon (Menderes-Değirmendere) yurttaşı olan bu düşünür... Epos'taki tanrılar dünyasının çokluğuna ve karşıtlıklarına, insan kılıklı oluşuna, ara sıra bize ahlaksızca görünen davranışlarına karşı amansız bir savaşa girişiyor.”
(Walter Kranz, Antik Felsefe)
Öbür hayvanların düşüncelerini bilmiyoruz ama, tanrı fikrini kafasında ilk olarak insanoğlunun geliştirdiği ortada.
İlkel insan doğa olaylarından korkuyordu. Nedenini bilmediği deprem, aşırı yağmur, ormanlarda çıkan yangınlar...
Evet, insanoğlu akıllıydı; bu sayede kendisinden kat kat güçlü veya öldürücü silahlara sahip olan öteki hayvanları alt edebiliyordu ama, çoğu zaman doğa kendisine galebe çalıyordu. Öyleyse, bunlara hükmeden bir güç olmalıydı. Buradan hareketle, tanrı düşüncesine varıldı. Bunlar, insana benzer (antromorphize) ama insandan daha güçlü olmalıydı. Tanrı insana benzer ise, mutlaka dişi (ana) olmalıydı. Zira, doğumda erkeğin rolü bilinmiyordu. Balıkçı ustamızın dediği gibi; “Çekici örse vursanız, sesin bundan çıktığını anlarsınız, ama doğum, ona sebebiyet veren olaydan 10 ay sonra vuku bulmuşsa, bunlar arasındaki ilişkiyi anlamak” primitif insan için olası değildi.
Tarih öncesi insan, binlerce, onbinlerce yıl, kendi dünyasına koşut olarak tanrılar dünyasını yarattı. Her doğal veya duygusal olguya bir tanrı tayin edildi (!) Benim benzetişimle, “söylence” dediğimiz tanrı öykülerinde; gökteki yıldızlara, tıptaki hastalıklara yetecek kadar tanrı var oldu.
Bu sapkın düşünceye ilk zarplı darbeyi, yine Batı Anadolulu, Miletli Thales indirdi. Bu bilginimiz, M.Ö. 585 yılının 28 Mayıs'ında gerçekleştiği bilinen güneş tutulmasını önceden hesaplayıp, çağdaşlarına bildirdi. Yine Balıkçı'nın deyişiyle; “Öyle bir darbe idi ki bu; Olympos'u da, oradaki tanrı saraylarını da yerle bir etti.”
Bu yazının konusu olan İyonya filozofu, öncüsü Thales'in görüşünü bir adım daha ileriye götürdü.
Değirmendereli, tanrılara değin düşüncesin şu aforizmada haykırır:
“Elleri olsaydı öküzlerin, atların ve arslanların
Yahut resim ve iş yapabilselerdi elle insan gibi
Atlar atlara, öküzler öküzlere benzer
Tanrı tasvirleri çizerler ve vücutlar yaparlardı
Her biri kendisinin şekli nasıl ise ona göre.
Habeşler kendi tanrılarının basık burunlu ve kara,
Trakhialılar da gök gözlü ve kızıl saçlı olduklarını sanmakta.”
2500 yıl öncenin inanç dünyası içinde bunu söylemek, günümüz tek tanrı inanışı içinde “Tanrı yoktur” demekle eşdeğer.
Koca bilge öylesine gözünü budaktan, sözünü dudaktan esirgemezdi ki; kendi kentdeşlerini bile kıyasıya eleştirmekten geri durmazdı:
“Eskiden yaşayışları sade idi
Boş gösterişliliği öğrendiler Lidyalılar'dan
O iğrenç tyranlık (para boyunduruğu) yok iken
Giderlerdi toplantılara her yanı erguvani giysiyle
Birkaç kişi değil bini birden
Kurula kurula, süslü saçlarla övünerek.”
Her ilerici aydın gibi Ksenophanes de, çağdaşlarından önde gittiği için eleştirildi, dahası yurdundan kovuldu. Sicilya'daki Zankle kentinde kalarak, Heksametron ölçüsüyle dizeler yazdı; kendi yazdıklarını -rapsodi gibi- kendisi okuyordu:
“Altmış yedi yıl oldu Hellen ülkesinde benim kaygımı
Oradan oraya atan yılların sayısı.
Doğalı yirmi ve bir de beş olmuştu o zaman
Bu işte doğruyu söyleyebiliyorsam.
Ben ise kendimi kentten kente taşıyordum,
Dolaşıyordum.”
Bölgedeşimiz, çoklu tanrı inanışına şiddetle karşı çıkıyor; “Bir tek Allah vardır” sözüne hayli yaklaşmış bulunuyordu:
“Tek bir tanrı, tanrılar ve insanlar arasında en ulu
Ne kılıkça insanlara benzeyen, ne de düşünmece
Hep göz, hep düşünce, hep kulaktır o
Hep aynı yerde kalır hiç kımıldamadan
Yakışmaz ona bir oraya bir buraya gitmek.
Yorulmadan sarsar ruhun düşüncesiyle bütün dünyayı.”
Peki, kim işledi bu yanlışı; insanları sayısız tanrıya inandıran, tanrılara insanca suçlar işleten? Bilmeyene şaşırtıcı gelir; Ksenophanes bu konuda suçluyu açık etmekten geri durmuyor:
“Hepsini tanrılara yüklediler Homeros ile Hesiodos
Ne kadar ayıp ve kusur varsa insanlar yanında:
Çalma, zina etme, birbirini kandırma.
Fakat ölümlüler gibi olduğunu sanıyorlar tanrıların
Ve kendileri gibi giyimleri, sesleri, şekilleri olduğunu.”
Aynı Ksenophanes, Okyanus'un her şeyin anası ve babası olduğunu söylemekten çekinmiyor; demek ki tanrılara ihtiyaç yok!... Bir de, komşusu, Efesli Herakleitos'un “Coinsidentia oposiditorum” (Zıtların uyumu) kuramına yaklaştığı açıkça görülüyor:
“Sarımtırak balı yaratmasaydı tanrı
Söyleyecekleri incirin daha tatlı olduğunu”
Ne diyor “Denemenin Babası” Montaigne:
“Ağzının tadı yerinde olmayan için
En kalite şarapla sirkenin ne farkı var?”
Yazıyı, bu Egeli öncünün bir tümcesiyle bitireyim:
“Tanrıların doğduğunu söyleyenler
Onların öldüklerini de söylemiş oluyorlar.”