Kısacık iki dize: “Hayat kısa / Kuşlar uçuyor.” Cemal Süreya bu iki dizede yaşamı nasıl da özetleyivermiş.

Kaşla göz arasında bir serüven yaşam; ama inadına, umutla, merakla, telaşla, hüzünle, sevinçle sürüyor. Rahat bırakırsak onları özgürce uçacaklar hep. Rahat bırakırsak doğayı, ormanları, çiçekleri, börtü böceği…

Geçen haftadan bu yana ülkemizin dört bir yanında orman yangınları sürerken, kanatlarında alev taşıyan kuşlar da geldi aklıma. Tüm canlılar, bitkiler, ağaçlar, börtü böcekler, insanlar, yaşam alanları, doğa…

Acımız yangın içinde! Yüreğimiz alev alev… Çığlık çığlığayız… Kıyanlara, yakan ellere, önlem almayanlara ilençler yağdırıyorum ağıtlarla.

Sanal ortamda sanata, yazına emek verenlerin sesleri de eksik olmadı. Şair Gülçin Sahilli de bunlardan biriydi: “Yeşilin de hayatın da acısı büyük... Bilinçlendirip eğitmek var olan yetişkin algısı için mümkün sayılmasa da geleceğin erişkinleri ve geleceğin ormanlarının huzuru için şart.”

Salgın, sel, yangın, yıkım, kıyım… İçimiz, yüreğimiz, gönlümüz de yangın yeri…

YETMİŞ BEŞ YAŞA ERERKEN…

Bu hüzünlü, kederli, acılı, tedirgin, korkulu günleri yaşarken, ben demeyi de eksik etmiyor insan.

An dediğimiz ne ki? Hüznü, sevinci, coşkusu, kederi, heyecanı, telaşı, şaşkınlığı, umudu içinde barındıran en kısa süreç.

Doğduğun an’dan başlayan, yaşam boyunca süren anlar olmalı ömür dediğimiz şey. Sonra anılara dönüşür o anlar; bebeklik, çocukluk, gençlik, olgunluk, yaşlanmışlıkla donanan…

Ne diyordu Mevlana?

“Her gün bir yerden göçmek ne iyi, / Her gün bir yere konmak ne güzel / Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş, / Dünle beraber gitti cancağızım / Ne kadar söz varsa düne ait / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”

Elbette yeni şeyler söylemek de şairin işi. Hep düne bağlı kalmak, anılara yaslanmak, onlarla övünmek değil, yaşanan zamanı, geleceğe dönük beklentiler, umutlarla örmek çağdaşlığın, toplumsal duyarlığın, yaşama tutunmanın da gereği.

Cahit Sıtkı’nın 35 yaş şiirini unutmak olası değil. Yaş 35 yolun yarısı eder dediğinde ömrün sınırını 70’e mi dayandırmıştı şair? Şimdi ben de tutup yaş yetmiş beş diye başlasam, yolun kaçta kaçında olduğumu o kadar rahat nasıl söylerim? Dünyanın en uzun ömürlüsü (1777-1934) Zaro Ağa’ya mı odaklansam ki?!

Sahi ben de bugün 75 yaşındayım derken, ruhum, gönlüm, yüreğim onaylamıyor bu sayıyı!

***

Çetin Altan Milliyet’teki köşesinde (22 Haz.2006) “Bendeniz ise, ne yalan söyleyeyim, 80'imle de karşılıklı havada avuç şaklattığımız şu sırada; bir türlü akıllı uslu, olgun ve ağırbaşlı olamadım.” diye yazdığında, şaşıp kalmıştım. Şimdi 75’e erdiğimde sahi ben de hâlâ “akıllı uzlu, olgun ve ağırbaşlı” olamadım mı diye de sormadan edemiyorum. İçimdeki çocuk yaşlanmıyor. Ona söz geçiremiyorum.

Necati Cumalı’ya yetmişinci yaşıyla ilgili soruya verdiği yanıtı da hep saklarım:“ Aynaya bakınca, saçlarımı görüyorum. Apak, apak olmuş... Yoksa içimde bir değişiklik yok. Hâlâ çocuk gibiyim... Yaşar Kemal yazdı, ‘ömrünce çocuk kalacak” dedi benim için. Bu bir yaradılış sorunu, çocukluk yitirilince şiir de onunla birlikte gider; şairler çocuk kalır...”

***

Ben de 70. yaşıma girdiğimde bir şiir yazmıştım, teşekkür ederek. “Dingin Sözler Avlusu” kitabımda da yer alan bu şiirden bir bölümü “yaş sayımı” değiştirerek paylaşmak isterim:

“yetmiş beş yaş yolun kaçta kaçı eder / sormadım! / içimdeki çocuk susturuyor, / çekiştirip duruyor kır saçlarımdan, / haylazlığı üstünde. / uzun ömür diye sesleniyor dilim arkamdan. / ah be büyümeyen çocuk

sana da teşekkür!”