İngiliz hükümeti için çalışan İrlandalı hekim R. R. Madden, Kandiya’dan Londra’daki efendisi J. Moore’ye hitaben yazdığı 28 Nisan 1827 tarihli mektupta, Girit’in siyasal durumu hakkında önemli bilgiler verir
İzmir’den Mısır’a gitmek niyetiyle yola koyulan Madden, Girit’e uğrar. Girit Avusturya konsolosunun desteğiyle, Girit’in mevcut siyasal durumu hakkında bilgiler edinir. Bu bilgilerin bir kısmı kendi gözlemlerine dayanır. Gönlü ve kalemi Hristiyanlardan yanadır. Girit’in Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın elinde olduğunu belirterek, oğlu İbrahim Paşa ile Girit’te yüz yüze görüşmüştür. İbrahim Paşa'nın ordusu hakkında (Arap ve Fransız askerleri) hakkında bilgiler verir. Ordu hekimlerinin bilgisizliğinden ve beceriksizliğinden söz eder. Girit Türklerinin içki içme alışkanlıkları, dönmeler (İslam’ı benimseyen Avrupalı askerler), İbrahim Paşa ile kaptan paşa arasındaki çekişmeler, Resmo’da çıkan Rum isyanının Avusturya konsolosunun desteğiyle bastırılması ve en önemlisi de üst düzey Türk komutanların ahlaki davranışlarından söz eder. Yunanistan’ın bağımsızlığını desteklemek amacıyla, Yunanistan’daki Osmanlı ve Mısır askerlerinin çekilmesini sağlamak için Fransız, Rusya ve İngiliz gemilerinden oluşan müttefik donanmanın, II. Mahmud ve Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın birliklerinden oluşan donanmayı, Navarin Limanı'nda 20 Ekim 1827’de yenmiştir. Şu halde, Madden’in bu mektubuyla, hem Girit’teki Mısır filosu hem de Kavalalı İbrahim Paşa ve diğer komutanlar hakkında İngiltere’ye bilgi verdiği ortaya çıkar. II. Mahmud dönemi Osmanlı-Mısır-Yunan-Rus-İngiltere ve Fransa arasındaki ilişkileri açısından önemli olan bu İngilizce mektubun Türkçe tercümesini sunuyorum:
'TRUVA KUŞATMASINI GEÇTİ'
“Girit’e üç ay önce Mısır'a giderken birkaç gün kalmak amacıyla geldim; burada daha ne kadar durabileceğime, gezginlerin kaderini gözleyen yıldız karar vermeli. Gerçekte ben de Sterne gibi yola çıktığım noktaya nadiren ulaşıyorum ve kararlarımın hiçbir zaman hareketlerime karşılık geldiğini bulamıyorum. Adem'in tüm çocuklarının koşulların yaratıkları ve gezginlerin de onun köleleri olduğunu düşünerek, hayal kırıklıklarımdan dolayı kendimi teselli ediyorum.
Takımadalar'ın en büyüğü, en verimlisi ve konumu açısından en önemlisi olan, Avrupa, Asya ve Afrika'ya eşit uzaklıkta olan bu güzel ada (Girit), aynı zamanda en büyük donanmanın bulunduğu asil limanı Suda ile de ünlüdür ki; burada dünyanın en büyük donanmasının güvenle yolculuk yapabilir. Burası şu anda Mısır genel valisi Mehmed Ali'nin (Kavalalı) elindedir. En uzun yeri 180 mil, genişliği ise 40 mil kadardır. Türkler, burayı 1645'te kuşattılar ama alamadılar. 1669'da 75 bin kişiyle kuşattılar ama 180 bin kişiyi kaybettikten sonra, Venediklilerden aldılar. Kuşatma süresi ve katliam açısından bu kuşatma, Truva kuşatmasını geçti ve sonunda ancak Fenerli bir Rumun ihaneti sayesinde düştü. Çağımızdan bin 406 yıl önce Girit, Minos'un bahşettiği yasalarla yönetiliyordu.
İDA DAĞI'NIN KARLI ZİRVESİ
Silahlarda kullanılan ilk demir, buradaki madenlerden sağlandı. Jove'un doğum yeri olmasıyla ve Osiris'e sığınma hakkı vermesiyle daha da ünlüydü. Gök Gürültücüsü’nün oturduğu yer, hala görülebiliyor; kesinlikle öfkeli bir tanrının ikametgâhı için İda Dağı'nın karla kaplı zirvesinden daha uygun bir yer seçilemezdi. Gök gürültülü fırtınalar burada, Levant'ın şimdiye kadar ziyaret ettiğim herhangi bir yerinde olduğundan daha sık görülüyor.
Artık adanın tamamı Mehmed Ali'nin Arnavut birliklerinin elindedir. Rumlar yok ediliyor ve kasabayı çevreleyen bahçeleri işlemeyecek köylü kalmadı. Her ne kadar şu anda kesin bir sebze kıtlığı olsa da, sefalet yüzünden kasabaya meyve getirmek zorunda kalan canlı birkaç köylüden birinin ahlaksızca öldürüldüğünü duymadığım bir gün neredeyse yok. Birkaç gün önce kampa giderken, kafası kesilmiş, hala kanı akan bir adamın cesedini ve üzerine çanta iliştirilmiş halde, zavallının eşeğinin, ölü sahibinin yanında durduğunu gördüm. Artık dehşete alıştım ama bu manzara beni yürekten hasta etti.
Hanya'daki Avusturya konsolosunun yanına yerleştim. Geldiğimde konsolos beni, birkaç gün önce parçalanmış donanmasının bir kısmıyla birlikte iki gün üst üste ada açıklarında Yunanlılarla çatışmaya giren Suda'ya yanaşmış olan İbrahim Paşa'ya takdim etti. Birlikler, hemen karaya çıkarıldı ve kamp için mahalledeki tek bataklık seçildi.
KAVALALI İBRAHİM PAŞA
İbrahim, Suda'da üç ay kalmasına rağmen, ayağını asla yere basmadı. Öyle ki, Mısır'ın disiplinli birliklerinin generali, ordusunun korunması için hiçbir önlem almadı ve sonuç olarak adadan ayrılmadan askerlerinin beşte birini kaybetti. Hayal kırıklığından dolayı asık suratlı, 400 millik bir yolculuktan sekiz ay sonra (çünkü Mısır'dan çok uzak zamanlar geçirmişti), her gün firkateyninin kıç tarafında oturuyor, öfkesini talihsiz insanların üzerine salıyor ve her tarafa dehşet saçıyordu. Bir gün tuhaf bir manevra yapması için bir denizciyi kırbaçlıyor; başka bir gün, hafif bir itaatsizlikten dolayı bir askeri vuruyordu. Şimdi donanmasında bir kaptana falakaya yatırıyor veya öfkeyle ona vuruyor ve deli gibi köpürüyordu. Şiddetli fırtına nedeniyle limana gelemeyen yaşlı bir yüzbaşıyı sakalından yakaladığını gördüm. Sanki kılıcını kullanacakmış gibi sol eliyle kılıcı birkaç dakika kol boyu yüksekliğinde tuttu ama o sadece yaşlı adamı hırpaladı ve eğer onun aksakalı olmasaydı, kellesinin yerde olması gerektiğini söyledi. Diğeri, hayatının onun insafına kaldığını söyleyerek boynunu uzattı. Daha sonra ayaklarının dibine eğildi ve generalin üniformasını öpmeye çalıştı. Fakat mağrur İbrahim onu huzurundan kovdu. Onun subayları onun gaddarlığını her gün bize şikâyet ediyorlardı. Onun katledilen maiyetinden kumsalda kalan ve orada acı çekerek ölmüş şişmiş cesetlerden 13 tane saymıştım: Avusturya konsolosu bir günde dört adet ceset saymıştı. Doğal olarak böyle bir vahşete uzun süre dayanabileceğine inanılabilir mi, diyeceksiniz. Onun kurbanlarından hiçbirinin onun verdiği ölüm cezasına tepki göstermemesi ve bu tiranın hayatına teşebbüs etmemek olur mu? Eğer böyle bir girişimde bulunulmasaydı, gerçekten inanılmaz olurdu. Ancak üçü zaten başarısız oldu ve etrafındaki insanlar artık onun büyüleyici bir hayatı olduğunu düşünmeye başladılar. Birkaç gün önce bana hükümetimizin Yunanlılara fazladan para verip vermediğini sordu. Ona, bizim hükümetin hiçbir kredi vermediğini, kredinin bireylerin gönüllü katkısıyla olduğunu ve servetin hükümet tarafından kontrol edilmediğini ifade ettim. Bu fikre güldü. Onu aldattığımı sanıyordu ve kahkahası insanı ürpertecek türdendi. Bana Mora'yı ziyaret etmek isteyip istemediğimi sordu. Eğer bunu yapmak istersem, istediğim kadar atım ve hizmetçim olacağını ve onun firkateynine binebileceğini söyledi. Onun talebinde bir belirsizlik sezdim. O, kendisine hizmet etmemi istiyor ama bunu açıkça talep etmeyecek kadar da gururluydu. Bu nazik teklifi için kendisine teşekkür ettim ama Mısır'a gitmemin gerekliliğini dile getirerek, adada kaldığım sürece, onun halkına gücüm yettiğince her türlü hizmeti sunacağımı belirttim. Kesinlikle Yunanistan'a gitmeyi çok arzuluyordum; ama oraya bu gaddar paşanın hizmetine girmek, hiçbir İngiliz'in isteyerek boyun eğmeyeceği bir aşağılanma olurdu.”
İbrahim Paşa'nın askerleri
“Avrupa'nın neredeyse her yerinde onun hizmetinde olan Hıristiyanlar arasında tek bir İngiliz bile olmadığını görmekten gerçekten gurur duyuyorum. Onun felsefecileri, Hıristiyanlığın reddedenlerden; özgürlük arayışı uğruna Napoli'den, İspanya'dan, Piedmont'tan, Fransa'dan kaçan, zavallılardan oluşuyor ve hatta Yunanistan'da özgürlük için çalışan kiralık pek çok uşak, şimdi Yunanistan'daki Türk köle sahiplerine hizmet ediyordu. İbrahim’in ordusunun başkomutanı, Türk generali olma hırsını taşıyan, yakın zamanda Muhammedi (Müslüman) olan bir Fransız'dır; Napolyon'un muhafızlarından bir albay ve o, Waterloo'da "pour la patrie" (vatan için) ile savaşmış olmakla övünüyor. Bir gün bu albaya, ilkeli bir adamın, evde özgürlük için savaşmakla dışarıda ona karşı savaşmanın tutarsızlığını nasıl uzlaştırabileceğini sorma cüretinde bulundum. Soru, Scarpa isimli Napolili bir subayın orduya katılmayı reddetmesiyle ilgiliydi. Döneğin cevabı şuydu: 'Scarpa, bir aptaldı ve eğitmenler sadece öğretmek için görevlendirildiklerinden Yunanlılara zarar veremezlerdi.' Ancak bu beyefendi (çünkü feragat etmesine rağmen mükemmel bir beyefendidir) Kandiye'de kaldığı süre boyunca İbrahim'le hiçbir zaman ilişki kurmadı. İbrahim, onun yeteneklerini kıskanmanın yanı sıra, imanını ve Peygamberini inkâr ettiği için onu küçümsemekten kendini alamamıştı.”
Hristiyan döneklere yaklaşım
“Türkler, döneklere her zaman geçici onurlar bahşetseler de, çok geçmeden onlara soğuk bir küçümsemeyle yaklaşırlar. İslam’ı benimseme, yeterince basittir. Dönek, camiye götürülür ve orada yüksek sesle şu sözleri tekrarlaması sağlanır. Le ilahe illallah, Muhammeden resulullah (Allah, tektir. Ondan başka Allah yoktur ve Muhammed onun Peygamberidir). Sünnet kesinlikle vazgeçilmez değildir, çünkü Kur'an'ın hiçbir yerinde emredilmemiştir ama bu ameliyatı geçiren bir erkek daha iyi bir Müslümandır.
ARAP ASKERLER
Çok sayıda Arap ölüyor. Kar yağdı ve Mısırlılar ilk kez buz görüyor. Soğuğun ve kamp kurdukları bataklığın etkileri hızla kendini gösteriyor; sıtma ve dizanteri oldukça yaygındır.”
Haftaya; R. R. Madden’in Nisan 1827 Yılı Girit Gözlemleri (2)