Birer yayın organı olarak Cumhuriyet gazetesi ile Varlık dergisi, Cumhuriyetimizin köklerinden gelen iki şıvgındır (Varlık Yayınları ile Cumhuriyet Kitapları da içinde): İkisi de serpildi, olgunlaştı, öğretti; sayısız gazeteci, yazar ve aydın yetiştirdi. Onların çoğuysa başka köklere aşılanıp özlerini yadsıdı: Yozlaştı. Kimileri Atatürk düşmanlığına değin götürdü işi. Mösyö Sögen’in keçisi gibi alıp başını gidenler oldu ve başlarına dert açtı. (Bir süredir Cumhuriyet’i de yozlaştırma çabaları var, ama umarım “su akar yolunu bulur).
Geçtiğimiz hafta başında Enver Ercan’ın aramızdan ayrıldığını duyunca Varlık’ta yazdığım “önsöz” niteliğindeki satırlarımı anımsadım: 1991-1993 yıllarında Sombahar dergisinde “Şiirin Boyutları” ana başlığı altında sürekli inceleme yazıları yazmıştım. Dergi yöneticisi Orhan Kahyaoğlu, özel sayılar için kimi ozanların “yaşamı ve şiiri” üstüne yazılara ağırlık verince benden de bunu istedi. Zaman zaman öyle yaptım. Ama orada başladığım inceleme dizisini de Varlık’ta sürdürmek istedim. Enver Ercan bu önerime sevindi. Aralık 1997’de kaldığım yerden orada yazmaya başladım. Her iki dergide çıkan yazılarımı “Şiirin Boyutları” ana başlığıyla aynı bölümde birleştirerek “Şiirin Ortak Paydası” adlı kitabımın ikinci cildinde (ss. 63-256); Cumhuriyet’te çıkan yazılarımdan bir seçkiyi de “Türkiye’de Sol Tiyatroda Rol” adlı kitabımda yayımladım.
“Varlık’ta başlarken” yazdığım o önsöz, kendime yönelik bir tür “manifesto”dur. Çünkü toplumsal bilgi bilinci ile sanat yaratıcılığının karşılıklı olarak birbirini beslediğine inanmışımdır hep: Benim gözümde Cumhuriyet birincisinin, Varlık ikincisinin besin kaynağı ve taşıyıcısı olmuştur. Bilim ile sanat arasında da bir bağıntı görmüşümdür: Birincisinin nesnesi dış gerçeklik, ikincisininki kendi (iç) gerçekliğidir: İkisi de büyük bir zeka emeğinin ürünüdür.
İşte o önsözden kısa bir özet:
“Değişik dergilerde toplum, dil, sanat ve şiir üstüne yazılar ve çeviriler yayımladım (…) Ama Türkiye’de iki yayın organında: Cumhuriyet’te ve Varlık’ta yazı yayımlamayı bir ayrıcalık ve üstünlük göstergesi saydım. (Özellikle) Varlık dergisini ilk gençliğimden beri öylesine bir düzeyde gördüm ki, (oraya) herhangi bir yazı göndermeye yeltenemedim (…). Şiirin Boyutları’nı burada sürdürme tasarısını konuşurken Enver Ercan’a bu duygularımı ilettim. Aynı şeyi Varlık okurları da duysun istedim (…).
(Bu iki yayın) Devrimlerimizin içerdiği uygarlaşma ve aydınlanma ülküsüne yönelik savaşımda izledikleri tarihsel tutumu ve süreci elden geldiğince sürdürdüler. Yayın alanında devleşen sermaye kesimi; toplumu etkilemede, yönlendirmede ve sömürmede çok etkili olan kitle iletişim araçlarıyla nerdeyse tanrısal bir güce ulaştı: “Ol!” dediler mi bir kez, hiç olmayacak şey oluveriyor sanki. Onlar karşısında bağımsız kalmak kolay değil.
Anamalcı Batı dünyasında ‘Artık kültür çok pahalı, fazla işe de yaramıyor’ diyenler çoğalırken, onu alıp satmanın da yolunu bulmuşlar: Sürümden kazanmak! Bizde ise aynı uygulama işporta çığırtkanlığına indirgenmiş: Ucuz yayın organı yoluyla sürekli avantaya güdümlenmiş geniş kitlelerin bireylerini ivecen bir yarışa sokuyorlar; onlara (kupon yoluyla) akla gelmedik ciciler sunuyorlar: Bu arada bilgi, kültür, sanat gibi şeyleri de araya sokuşturuveriyorlar. Neredeyse bedavaya geliyor en ciddi konular, en ciddi bilgiler. Bu yolla, bir zamanların ‘en (düzeyli) yayın’ okurunu da -sözde kişilik bilincini incitmeden- kendilerine çekebiliyorlar: Onlara ‘Okuduğum yayın değişti, ama ben değişmedim (!)” dedirtebiliyorlar.
Hürriyet gazetesinde çalıştığı delikanlılık döneminden beri tanıdığım Enver Ercan, uzun süren amansız sayrılığına karşın, aynı “delikanlı” direnciyle çabalarını sürdürürken aramızdan ayrıldı.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.