Sevgili okurlar, bir marka logosuna her baktığınızda sadece bir amblem mi görüyorsunuz? Yoksa onun ardında saklı derin hikayeler, ilham veren insanlar ve yılların birikimi olduğunu mu hissediyorsunuz? Tıpkı her markanın bir hikayesi olduğu gibi, logoların da kendine özgü, anlatılmaya değer hikayeleri var.

Öncelikle, bir aile hikayesiyle başlayalım... 1920 yılında Bavyera’da mütevazı bir kunduracı olan Adolf Dassler, kendi adını “Adi” ve soyadının ilk üç harfini alıp Adidas’ı yarattı. Kardeşi Rudolf’la birlikte başladıkları bu serüven, yıllar içinde aralarındaki kavga yüzünden ikiye ayrıldı. Böylece Puma doğdu. İki kardeşin bu rekabeti, her biri kendi sahasında birer efsane haline gelen iki dev markayı ortaya çıkardı. Meşhur Adidas’ın üç bandı mı? Adeta Adolf’un kendi imzası.

Lacoste’un hikayesi ise tam bir Fransız zarafeti ve yaratıcılığı örneği. René Lacoste... Tenis kortlarının yıldızı, aynı zamanda bir tasarımcı. 1927’de Davis Kupası sırasında bir arkadaşının kıyafetine çizdiği küçük bir timsah figürü, bugün zamansız şıklığın sembolü olarak karşımızda. Timsah logosu, belki de bir lakaptan bir ikona dönüşmenin en güzel örneği.

Denim kumaşın en dayanıklı hali olan Levi's pantolonları, tamamen ihtiyaçtan doğan bir buluştu. Madencilerin “Keşke pantolon getirseydin!” serzenişleri üzerine Levi Strauss, branda bezinden ilk denim pantolonu üretti. 1873 yılında cep dikişlerini patentiyle tescilleyen Levi’s, bugün dünya çapında vazgeçilmez bir moda parçası haline geldi. Bir fikrin, bir dolabı nasıl değiştirebildiğine şaşmamak mümkün değil

Michelin’in Bibendum’u, yüzünüzü gülümsetecek bir başka hikaye… Bir fuarda üst üste yığılmış lastikleri gören Edouard Michelin’in “Kolları da olsa adama benzeyecek” esprisiyle başlayan bu yolculuk, bir lastik yığınının gülen bir maskota dönüşmesiyle sonuçlanmış. Bugün Bibendum, yolların sevimli bir yol arkadaşı olarak hafızalarımızda yer alıyor.

BMW logosu ise sadece tasarım değil, tarih anlatıyor. Dönen pervane figürü, markanın uçak motorları ürettiği dönemlerden bir hatıra. Aynı zamanda, Bavyera’nın mavi ve beyaz renklerini taşıyor. Geçmişten günümüze köprü kuran bu logo, bir marka ruhunun en güçlü sembollerinden biri.

Fendi… İzmirli bir Levanten ailenin köklerinden doğan bu isim, Efendizade ailesinden geliyor. Efendi kelimesinden “E” harfi atılarak yaratılan Fendi markası, bugün modern şıklığın simgesi haline geldi. Bu hikayeyi İzmir’den başlayıp dünyaya açılan bir başarı olarak görmek gurur verici, değil mi?

Ferrari’nin sembolü olan o asil at figürü ise tam bir zarafet timsali. 1923 yılında bir İtalyan kontesin Enzo Ferrari’ye hediye ettiği bu arma, Modena’nın sarı renkleriyle tamamlanarak yarış tutkusunun ve İtalyan zarafetinin buluştuğu bir ikona dönüştü. O at figürü her defasında sadece hızı değil, tutkuyu da temsil ediyor.

Ve OMO… "Old Mother Owl" yani “Yaşlı Baykuş Anne” adının kısaltması. Baykuş figürünün bilgeliği, markanın güven veren doğasını simgeliyor. Basit bir isim gibi görünse de derin bir anlam barındırıyor.

*****

Unutmayın, her büyük hikaye küçük bir fikirle başlar. Tıpkı ünlü Fransız düşünür Antoine de Saint-Exupéry'nin dediği gibi: " Mükemmelliğe ekleyecek hiçbir şey kalmadığında değil, çıkarılacak bir şey bulunamadığında ulaşılır." İşte logolar da böyle bir mükemmelliği taşır.