Rusya- Ukrayna Savaşı ile gıda bağımsızlığının önemi iyice anlaşıldı. Yerli üretimin tüm dünyada kıymete bindiği bu günlerde ise Türkiye’de çiftçinin üretmek için bir çok şeye ihtiyacı var. Tabi hep duyduğumuz girdileri bugün bir kenara koyarsak tarladaki en önemli unsurun su olduğunu görürüz.
Su, tarladaki ürünün gelişmesi için gübre kadar değerli. Ancak küresel iklim krizi ve çeşitli nedenlerden dolayı bugün su kaynakları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Ve bu durum acil bir önlem alınmazsa parayla dahi çözülemeyecek bir duruma gelebilir.
Şimdi felaket tellallığı yapmak istemem ancak bahsettiğim su kıtlığına çok da uzak değiliz.
Bugün sektör bazında küresel su tüketimine baktığımızda gıda ve tarımın yüzde 70 civarındaki su tüketimiyle başı çektiğini görüyoruz. Bunu enerji ve endüstriyel sektörler takip ediyor.
Aslında dünyadaki yaklaşık 8 milyar insanın beslenmesi söz konusu olduğunda tarım sektörünün su tüketiminde başı çekmesi çok da şaşırtıcı değil. Ancak her doğal kaynak gibi suda da tüketim kontrolü sağlanmazsa kıtlık kapıda. Yapılan araştırmalara göre 2025 yılında yani bundan tam 3 yıl sonra dünyada, 3 milyar insanın su kıtlığıyla karşı karşıya olacağı söyleniyor.
Su kıtlığını sadece susuzluk olarak düşünmeyin. Su kıtlığı yani suyun olmaması demek, tarımın olmaması daha doğrusu yeterli gıdanın olmaması ve beraberinde bir çok endüstrinin yok olması demek… Bugün dünyada aklınıza gelebilecek hemen hemen her şeyde bir su ayak izi görmeniz mümkün. Su ayak izi konusuna çok girmek istemiyorum. Ancak, merak edenler varsa araştırmalarını tavsiye ederim…
Şimdi asıl konuma dönecek olursam; Türkiye’nin yüzölçümü 78 milyon hektar alandan oluşuyor. Bu alanın 24 milyon hektarı tarım arazisi ve bu arazilerin ise yalnızca 8.5 milyon hektar alanı ekonomik sulanabilir tarım arazisidir. Ki sulamaya açılan arazi miktarımız ise 6,65 milyon hektardır. Bunlarında yalnızca 4.36 milyon hektarı Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından inşa edilen modern sulama şebekesine sahiptir.
Öte yandan ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama toplam 112 milyar m3 olup, 57 milyar m3’ü kullanılmaktadır.
Ayrıca Türkiye’de son 20 yılda işlenen tarım arazisi sayısı da 4.2 milyon hektar azaldı. Bu azalışın temelinde çiftçinin girdi maliyetlerinden ve borç yükünden bıkıp toprağa küsmesinin yanı sıra toprağını sulayamaması da yatıyor.
Bugün tarlaların sulanması için en bilinen yöntemlerden biri de yeraltı sularını basınçlı pompalar aracılığıyla toprağa iletmek. Ancak bu yer altı sularına ulaşmak için açılacak kuyularda da artık her çiftçiye izin verilmiyor. Bunun nedeni de yer altı sularının eskisi gibi yağmur veya kar suyu ile beslenememesi… Yani anlayacağınız yeraltı suyunun bir anda tükenmemesi için çok fazla kişinin kullanımına açılmasına DSİ izin vermiyor. Açıkçası bu konuda hak vermemek elde değil ancak, yeterli gıdaya ulaşmamız için tüm çiftçinin de yeterli suya ulaşması gerekiyor.
Tabi her çiftçiden bol su isteyen ürünleri ekmesini bekleyemeyiz. Diyeceksiniz ki buğday krizi kapıda, susuz tarımla buğday eksin, arpa eksin. Her ne kadar haklı bir düşünce olsa da çiftçinin ektiği üründen kar etmesini su ile gelen verim sağlıyor. Yani bugün çiftçi ektiği buğdaydan susuz tarımla 200 kilo ürün elde ederken, yağışı bol veya bol sulanmış arazilerde bu oran 3-4 katına çıkıyor. Susuz tarımda dahi hal böyle olunca çiftçi gideri gelirinden fazla olduğundan tarlasını ekmiyor.
Bu nedenle başta su kaynaklarımızın doğru kullanımını sağlamak ve bunun için ciddi politikalar geliştirmemiz gerekiyor.
Beraberinde sulanabilir tarım arazisi sayımızı artırmamız gerekiyor. Örneğin bunun için su hasadı dediğimiz ve son zamanların en popüler konu başlığı olan bu uygulamayı bir an önce hayata geçirebiliriz.
Ayrıca arazi toplulaştırma projesi ile cep mendili boyutundaki tarlalar için açılan su kuyularının daha geniş tarlaları sulamasını sağlayabiliriz.
Su kalmadığı için sayısı her geçen gün daha da azalan su birliklerini yeniden çiftçiler arasında teşvik edebiliriz.
Çok hızlı bir şekilde sulanan tarım arazisi sayılarımızı artırırsak belki de domatesi, patlıcanı pazardan daha uygun fiyata alabiliriz.
Yani işin özü her şeyin bir çözümü var. Sadece çok geç olmadan hayata geçirilmeyi bekliyor…