Daha önceleri, gelişmiş, gelişmekte veya azgelişmiş ülkeleri kategorize ederken kullandığımız ölçütler, kullanılan hammadde miktarı, sarfedilen enerji, istihdam oranları vb. gibi parametrelerden oluşmaktaydı. Günümüzde ise kullanılan tek bir parametre vardır. Bu parametre ise o ülkenin teknoloji üretebilme seviyesidir. Artık teknoloji üretebilen ülkeler gelişmiş ülkeler, teknoloji üretemeyen ülkeler ise azgelişmiş ülkeler olarak sınıflandırılmaktadır.

Teknoloji üretiminin doğrudan doğruya Ar-Ge’ye ayrılan kaynak miktarına ve bu kaynakları kullanan emeğin kalitesine bağlı olduğuna göre, bu demektir ki; ülkelerin gelişmişlik düzeyi artık araştırma-geliştirme (Ar-Ge) harcamalarına ayırdıkları kaynakların büyüklüğü ile ölçülüyor. Ar-Ge kalkınmanın sihirli anahtarı olarak nitelendiriliyor. Bu konuda, tüm ülkeler arasında amansız yarış ve çekişme yaşanıyor

Bir ülkenin küreselleşen dünyanın fırsatlarından yararlanabilmek için en önemli varlığı bilgi ve teknoloji üretebilme gücüdür. Bu yeteneği sağlayan yegane kaynak da nitelikli insan kaynağıdır. Söz konusu insan kaynağını yaratamayan ülkeler küreselleşme sürecinin bütün olumsuz etkilerine maruz kalmakta ve yarışta arka sıralara düşmektedir. Bilişim teknolojileri, bilgi toplumunu oluşturmada ve onun bir parçası olma konusunda fırsatlar yaratırken, paradoksal olarak bazıları için de fırsatları yok etmektedir.

HHH

Yeni dünyanın nitelikli işgücü içine girmek için en önemli koşul nitelikli eğitimdir. Çağın gerektirdiği eğitimi alamayan bir çok insan için işsiz kalmak, kaçınılmaz sondur. Bilginin en önemli üretim girdisi olduğu bu çağda, yeni iş yapma biçimleri (otomasyonun ve yapay zekanın, insan emeğinin yerini alması vb.gibi olgular nedeniyle) gereksinim duyulan iş gücünü hem sayısal olarak azaltmakta hem de nitelik olarak artırmaktadır. Başka bir deyişle vasıfsız işgücü için işsizlik yapısal bir sorun haline gelmektedir.

İleri batı ülkelerinde bizden çok önceleri başlayan bu trend, büyük bir hızla küresel dünyaya adapte olan ve bu dünya içinde kendisine üst sıralarda yer arayan ülkemizi de yoğun bir biçimde etkisi altına almaya başlamış, iş hayatı giderek daha rafine eğitim almış insanları bünyesine kabul eder bir duruma gelmiştir.

Bu trend sadece üst yönetim görevleri için geçerli olmayıp, üretim sürecinin en alt basamağına kadar tüm çalışanların kendi seviyelerine uygun ama nitelikli bir eğitim almış olmalarını talep eder hale gelmiştir.

HHH

İşe başlamak için talep edilen eğitim seviyesi ve kalitesi de artık tek başına yeterli değildir. Değişen, sürekli yenilenen yönetim anlayışları ve ondan da daha hızla kendisini yenileyen teknolojiler, çeşitli seviyelerdeki görevlere liyakati nedeni ile atanmış kişilerin de kendilerini sürekli yenileyerek bu değişime ayak uydurmalarını zorunlu kılmaktadır.

Dolayısı ile firmalarda, en üst yönetim basamaklarından en aşağıda çalışan mavi yakalıya kadar hemen her düzeyde çalışanlar için, mevcut bilgilerini güncellemeye ve kendisini yenilemeye yönelik eğitim programlarının büyük önem kazanmasına neden olmuştur.

Bu nedenle, firmaların, bir taraftan üst yönetim kademelerindeki stratejik kişilerin, çeşitli kurum ve kuruluşlarca düzenlenen eğitim ve vizyon geliştirme anaçlı konferans ve seminerlere katılımını teşvik etmesi ve hatta zorunlu kılması, daha alt kademeler için de sürekli eğitim programları düzenleyerek insan kaynaklarının çağı yakalamasına katkıda bulunması zorunlu hale gelmiştir.

Ne yazıktır ki diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da, -İstanbul hariç,- faaliyet gösteren kurum ve kuruluşlar yeterli yatırımı yapmaktan ve yeterli çabayı göstermekten maalesef uzaktır. İzmir diğer pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da sınıfta kalmanın arifesindedir. Ne İstanbul’da katıldığım marka zirvesi, perakende günleri vb. gibi pek çok toplantıda İzmirli üst düzey yöneticileri görüyorum, ne de İzmir’de orta ve alt düzeydeki beyaz ve mavi yakalılara yönelik yeterli sayı ve kalitede eğitim programları izliyorum.

Bu konuda tüm taşra illerindeki yatırımcıların daha istekli ve titiz olmaları gerek diye düşünüyorum.