-Peygamber değildir ama kitabı vardır.-
(Molla Cami)
“Hoş geldin ey aşk
Güle güle ey uyku!
Biriniz geldiği zaman
Diğeriniz gider,
Nedendir bu?”
(Mevlana)
Yaşamında üç dönemeç:
-
30 Eylül 1207, Belh'te doğdu.
-
25 Kasım 1244, Konya'da, medreseden evine dönerken Şems-i Tebrizi ile tanıştı.
-
17 Aralık 1273, güneş, Konya'nın batısındaki Takkeli Dağ'ın ardına devrilirken, sonsuzluğa göçtü.
Aynı anda üç grup olarak Mevlana Müzesi avlusuna girdik. Sık sık olduğu gibi, öteki iki grubun rehberi:
-Hazır görmüşken hep birlikte hocamız Şadan Gökovalı'yı dinleyelim, dedi.
Aldım sazı – pardon, sözü- elime; Müze portalının (anıtsal giriş kapısı) üzerindeki eski harflerle yazıyı, sağdan sola okudum:
“Kabet'ül-uşşak başed in makam
Her ki naks amed inca şud tamam”
Üç gruptakiler -sizin gibi- genç olduğu için kitabeyi (yazıt) Türkçe söyledim:
“Bu makam aşıkların kabesi oldu
Buraya noksan gelen tamamlandı.”
Dervişan Kapısı'ndan girişte, sağdaki ıhlamur ağacına kazınmış Kabe görseli, soldaki efsanevi Nisan Taşı, içerdeki Hat Dairesi (Tilavet Odası), Gümüş Kapı, Türbe (Huzur-u Pir), Gümüş Kafes, Yeşil Kubbe (Kubbe-i Hadra), Mezarlar, Semahane, Mabedi ve Ahşap Eserler, Müzik Aletleri, Mevlana'nın Giysileri, Mescit, Kitap Vitrinleri, Seccadeler, Dergah Eşyası, Zikir Tesbihleri görülüp, tavanda asılı tek mermerden evren ve içindeki dünya görülüp hayran olunurken, ben rehberiniz Abdülbaki Gölpınarlı tarafından günümüz diline düz yazı olarak aktarılmış rübailerden seçmeler sunuyorum:
“Baza baza her ançe hesti baza
Ger kafir-u gebr-u but peresti baza
İn dergeh-i ma dergeh-i nevmidi nist
Sad bar eger tövbe şikesti baza”
Pardon, okurlarımız arasında Farsça bilmeyen olabilir; vatandaş Türkçe yaz:
Gel gel her ne olursan ol, yine gel
Kafir, putperest ve mecusi olsan da yine gel
Bizim dergahımız umutsuzluk dergahı değildir
Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel.
***
Ey her ağacın, her bağın, her otun yeşilliği,
Ey devletim, ikbalim, ululuğum!
Ey halvetim, ey semam, ihlasım, riyam!
Sen olmadıkça bunların hepsi kuru sevdadan ibaret, gel!
***
Seninle oldum mu sevgiden uyuyamam
Sensiz kaldım mı ağlayıp inlemekten
Süphanallah iki gece de uykusuzum,
Farkı sen farket.
***
Ölürsem beni alın
Sevgiliye teslim edin
Solgun dudağımı öptü mü,
Dirilirsem hiç şaşmayın!
***
Ey cihan güzellerinin padişahı!
O güzel yüzün... Ey zahitlerin kıblesi
O güzel kaşların... Senin güzel ırmağında yüzeyim
Dalgalar yutayım diye soyundum, çırılçıplak kaldım.
***
Sevgiliden uzak olduktan sonra bayram neyime?
Hayatla, zevkle ve neşeyle ne işim var?
Bahçede yeşillik yerine diken bitsin
Buluttan yağmur damlası yerine taş yağsın!
***
Ben aşka aşığım, aşk da bana aşık
Beden O cana aşıktır, can bedene
Gah ben iki elimi onun gerdanına dolamaktayım
Gah o güzeller güzeli, beni kucaklamada.
***
Ben zerreyim, güneşim sensin.
Gam hastasıyım, bana ilacın ta kendisisin
Ardından kolsuz kanatsız uçmaktayım,
Bir saman çöpü oldum, kehribarım sensin sen!
***
Ne akarsu balığa doyar
Ne balık akarsuya
Ne cihanın canı aşıklardan sıkılır.
Ne aşık o cihanın canına doyar.
***
Dün gece o kızgın, o tatlı sözlü, o şeker dudaklı
O dünyayı birbirine katan eşsiz sevgili yanıma geldi,
Güneş gibi yüzüyle beni uyandırdı,
“Güneşi gördün ya, hadi kalk” dedi bana.
Gazete yazısı için bu kadarı yeter derken, Mevlana'nın hiç Türkçe yazmadığını anımsatıyor, bir köy öğretmeni olan Basri Gocul'un “böyleleştirip” sunduğu bir Mevlana rubaisine yer veriyorum:
Gönül halimi sordu canan haneme gelip,
Etekleri çemrenmiş bulunuyordu,
Gönlüm şöyle dedi, ona yönelip:
“Kanla doludur hanem, elden koma eteklerini lekelenir bir tanem.”
Dileğinizin gerçek olması dileğimle...