10 yaşında bir oğlum var. İsmi Demir Cem. Şu an ilkokul 4. sınıf öğrencisi. Beni sosyal medyadan takip edenler bilirler; fırsat buldukça oğlumla resim galerilerini, müzeleri, kitabevlerini ziyaret ederiz. Neredeyse yürümeye başladığından beri yaratıcı drama eğitimlerine katılıyor. Eli kalem tutmaya başladığından beri resim yapıyor. Kendisi okuma öğrenene kadar benim okuduklarımla birlikte belki de şimdiye kadar yüzlerce öykü dinledi, okudu.
Estetikten, nezaketten, hoşgörüden, şefkatten hızla uzaklaşan çağımıza, estetik kaygısı olan, çevresindeki insanlara ve hiç tanımadığı dünya vatandaşlarına nezaketle yaklaşan, hoşgörünün zayıflık olmadığını bilen, tüm canlılara şefkatle yaklaşan bir birey yetiştirme kaygısı taşıyorum. Benim ve benim gibi hassasiyetle evlat yetiştirmeye çalışan anne-babaların emeklerinin sabote edilmesine katlanamıyorum.
Bizlerin estetik kaygılarla yetiştirdiğimiz çocuklara eğitim/öğretim vermesi gereken, bilimi, kültürü, sanatı, tarihi, matematiği, coğrafyayı vs. öğretmesi, nihayetinde milletine, memleketine, dünyaya iyi bireyler yetiştirmesi gereken Milli Eğitim Bakanlığı'nın aynı hassasiyeti göstermiyor olması canımı sıkıyor. Bazen, Erkin Koray ustanın yaptığı gibi, çocuğum hiç bu sistemin içinde olmasın diyesim geliyor.
Neden mi? Bunun için o kadar çok neden var ki hangi birini yazayım.
Geçtiğimiz hafta basına yansıyan 'Psikososyal Önleyici Destek Programı' kitabındaki görsellere ilişkin tartışmaları görmüşsünüzdür. Konuyu bilmeyenler için özetleyeyim; MEB'in, rehber öğretmenlerin hizmet içi eğitimleri için hazırladığı 'Psikososyal Önleyici Destek Programı' kitabında yer alan bazı görsellerde çocuklarına kötü davranan anneler başı açık tasvir edilirken, çocuklarına şefkat gösteren anneler türbanlı olarak tasvir ediliyor. MEB, bu kitabın öğretmenlere yönelik olduğunu ve bu tartışmayı gündeme getirenlerin artniyetli olduklarını söylüyor. Ancak bu konunun bu kadar sığ bir açıklama ile geçiştirilemeyeceğini düşünüyorum. Bundan önce de defalarca kimi ders kitaplarında nasıl mesajların verildiğini hep birlikte gördük. Fakat ülkemizde gündem o kadar hızlı değişiyorki, gördük, duyduk ve geçtik. Bu niteliksiz ve alenen belli mesajlar vermeye çalışan görsellerin, metinlerin akibetinin ne olduğunu takip etmedik. Çocuklarımızın ders kitaplarında başka hangi çağdışı tasvirlerin, metinlerdeki alt mesajları incelemedik. Okulların kütüphanelerinde hangi kitapların bulunduğunu ve hangilerinin çocuklarımıza tavsiye edildiğini irdelemedik.
Kitap demişken, oğlum sömestr tatilinde okumak için okul kütüphanesinden birkaç kitap almış. “Sesli oku ben de dinleyeyim” dedim. Sayfalar ilerledikçe kulaklarıma inanamadım. Kitabın adını ve yazarını söylemeyeceğim ama şu kadarını söyleyeyim; kitap, on yıllardır çocuklara okutulan, tavsiye edilen Türk edebiyatının 'önemli' isimlerinden biri olarak kabul edilen bir yazara ait. Bakın bu meşhur yazarın meşhur kitabında neler yazıyor:
“Raçof kalktı. Magda'nın yanına gitti. Kulağına sert ve vahşi bir sesle:
- Eğer oynamaz, neşemizi kırarsan, Boris'i göremezsin, gider keseriz...
Magda'nın bütün vücudu sarsıldı. Gözlerinin yaşı dindi. Ve acıklı bir sesle:
- Oynayayım, ah Boris... dedi.
Raçof oturdu...
...Isıran haydut, bir başka arzu belirtti:
- Kaptan, dedi, eteklerini kaldırsın, öyle oynasın, bacaklarını görelim.
Raçof Magda'ya döndü.
- Haydi Magda bunu da yap! Bacaklarını görsünler! Artık gidelim, Boris'ini gönderelim...
genç kadın bir durdu. Baba İstoya'na baktı. Yüzünü ateşe dikmiş onları hiç görmüyordu... İşte bu herifler artık namusunu da tehdit ediyorlardı. Lakin Boris tehlike içindeydi. Eğer istediklerini yapmazsa, o kadar sevdiği Boris'i kesilecekti. Bir daha onun kumral ve gür saçlarını, mavi gözlerini, küçük ve kırmızı dudaklarını, tatlı gülüşlerini göremeyecekti. Gözlerini kapadı ve eteklerini kaldırıldı. Çalınan poykaya ayaklarını uydurarak sıçramaya başladı. Haydutlar coştular. Kaptan daha hızlı ve coşku ile çalmaya başladı. Diğerleri yerlerinde oturamıyorlar, bu beyaz ve dolgun bacaklara, onların atılışlarındaki şehvete, çekici, kışkırtıcı hareketlere bakarak birbirinin boynuna sarılıyor, itişiyor kakışıyorlardı..”
Son söz; anne-babalar gözünüzü, kulağınızı dört açın. Ve görüp duyduklarınızı kulak arkası etmeyin!