Geçen hafta köşe yazımı yazamadım. Tanışlarım bilir, yazma konusunda hiç sıkıntı çekmem, işimdir ve dahası varlık gerekçemdir. Ama yaşadığım süreç beni hayli zorluyor. Sevdiklerime zaman ayıramamaktan, olmam gereken yerlerde olamamaya pek çok sorun yaşıyorum. Bu yazı örneğin, perşembeyi cumaya bağlayan gecenin 5’inde, Bademler Kooperatifi Doğal Yaşam Köyü'nde, Lavanta adlı kulübede ve dostum Suavi’nin şarkıları eşliğinde yazılıyor. Yaşadığım sürece gelince… Bilmem başka bir örneği var mıdır, şu anda üç ayrı oyunu yönetmen olarak sahneye taşımaya çalışıyorum. Bademler Köy Tiyatrosu'nda “Bir Delinin Hatıra Defteri”, Sahne Tozu Tiyatrosu'nda “Bir Düş Gibi”, Karşıyaka Belediye Tiyatrosu'nda “Büyük Romulus” provaları kıyasıya sürüyor. Bu oyunlarda görevli 60’a yakın pırıl pırıl insanla çalışmak elbette onur verici ve aynı zamanda çok yorucu. Hiçbir işi “laf olsun beri gelsin” diye yapmayanlar iyi bilir ki, aynı zamanda tanımsız bir sorumluluk. Gereğini ne kadar yaptığım, oyunlarımız sizlerle buluştuğunda anlaşılacak. Örneğin Bademler Köy Tiyatrosu'nun “Bir Delinin Hatıra Defteri”, siz bu yazıyı okuduğunuzda prömiyerini iki gün önce yapmış olacak. Şimdi bu yazıyı kâğıda dökerken, aklımın bir köşesinde örneğin son sahnenin ışık düzeni var. Özetle durumum budur ve geçen haftayı yazısız geçmem kuşkusuz matbuat ile takipçilerinde infiale yol açmamıştır ama ben yine de kadim okurlarımızdan özür dilerim.

***

İzmir’in tiyatro encamına dair Büyükşehir’in düzenlediği panelde konuşmacıydım. Bu tür panellere konuşmacı ya da dinleyici olarak hallice katıldım, çoğundan “Bu memleket uzun laftan battı” ya da “Bu kadar cehalet, ancak bu kadar tahsille mümkün olabilir” mesellerini anımsayarak ayrıldım. Kimse kusura bakmasın ama bilgi ve belge üretmeyen, saptama ve yakınmayla yetinen, çözüm odaklı öngörülerden yoksun, ne dediği muğlak laf kalabalıkları beni yoruyor, zamanımı çalıyor ve giderek daha seçici oluyorum. Bu panele katılmamı kışkırtan şey, bunca yıldır yazar, dramaturg, yönetmen olarak katıldığım panellerin dışında, “Köy Tiyatroları” üstüne konuşmam için çağrılmamdı. Bademler Köy Tiyatrosuna yönetmen olarak katkıda bulunmamın tortusunu ve 20 yıllık deneyimini paylaşmak için harika bir fırsat olarak gördüm ve sözlerime Bademler’e teşekkür ederek başladım.

Kuşkusuz tiyatrosundan önce köylerin durumuna bakmak gerekiyordu, söze oradan girdim. Büyükşehir yasasında yapılan değişiklikle, bir anda köyler “mahalleye” dönüştürülmüştü. Bu durum, ekili alanlar da dâhil olmak üzere vahim bir imar furyasından, köylerin mülkiyetindeki varlıkların el değiştirmesine uzanan gelişmelere yol açtı. Her zamanki gibi bu durum, başta taraflar olmak üzere, kimse tarafından gereğince anlatılmadı, açıklanmadı, bilgilendirilme yapılmadı. İşin bu tarafı kuşkusuz uzmanlık alanıma girmiyor. Ama şu imara açılma meselesi nedir diye merak edenleri, örneğin adresim olan Ulucak köyüne (mahallesine!) davet etmek isterim. Daha dün ekip biçerek kentini ve ülkesini besleyenlerin, topraklarını bölüp bölüp satarak görece bir kazanç elde ettiklerine, o kazancın bitmesinden sonra, sattıklarının yanında çalışmak zorunda kaldıklarına dair öykülere kulak vermelerini isterim. Ayrıntılarını uzmanların anlatabileceği bir konudur, haddimi aşmak istemem. Ama konunun ilgi alanıma giren yanları var. Ben söze onlara dikkat çekmeye çalışarak başladım.

***

Nicedir iki köy arasında yaşıyorum. Bitmez tükenmez inşaat furyası, mahvolan köy sakinliği, küçücük bir yerleşim yerinin neredeyse her sokağına pıtrak gibi yerleştirilen “mini” AVM işgali altında, köylülerimin kendilerine, hayatlarına yabancılaşmalarına tanık oluyorum. Yamalama taktiğine sığınmış tadilat ve kondurmalarla, zaten yetersiz olan alt yapının yeni düzene uydurulmaya çalışılmasına tanıklığın ıstırabını yaşıyorum. Bundan daha elim ve vahim bir durum var ki, işte onun nasıl çözüleceğini bir tarafa bırakıp, nasıl anlatılabileceğini bilemiyorum. O durum, bir oturumda “mahalle”ye dönüştürülen köylerin hafızasıdır, kültürüdür, yaşam alışkanlıklarıdır. Zaten nicedir unutulan, had ve değer bilmezliğin gadrinde boğulan “Köylü milletin efendisidir” sözünün ne yapılacağıdır. Ortalama 6000 köyün dramıdır. Bunları bilmeden hangi sanat, hangi kültür, hangi tiyatro? İşin o yanı da haftaya kalsın.