20. Yüzyıl, tarihin en büyük iki savaşına sahne oldu. Bu savaşlarda en az 95 milyon insan öldü. Bu insanların büyük bir bölümü sivildi. İngiliz tarihçi Tony Judt'un Savaş Sonrası kitabı, ikinci dünya savaşında Avrupa ekseninde nelere yol açtığını anlatırken kıyamet yıllarının durgunluk veren bilançosunu da ortaya koyuyor. Judt'a göre savaşta darmadağın olan Avrupa aslında hâlâ toparlanamadı.
Zamanın her şeyin ilacı olduğu maalesef bir yalan. Ne acılar ne de mutsuzluklar öyle kolayca geçmez. Mutluluklar, evet, pek kısa solukludur ama acılar bazen sizin bir organınızmış gibi ömür boyu sürer. Ancak hayata devam etmenin bile bir bedeli vardır:
Çekilen acıların etkileri hafiflesin ya da tamamen sona ersin onları hiç yaşanmamış gibi yaparız. Bu, onların üzerimizdeki etkilerinin sona erdiği anlamına gelmez.
Biz insanlar böyle yaparız ama koskoca dünyanın (yani ülkeleri, orduları, sıradan insanlarıyla biz insanların oluşturduğu dünya) çektiklerinden ders çıkarmıyorlar.
Ama artık dünyanın yeni zalimleri kanlı savaşları kendi ülkelerinden uzakta tutuyor. Ürettikleri silahları, körükledikleri umutsuz ortamları yoksul ülkelere satıyor. Gazze'den Suriye'ye, Afganistan'dan birçok Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkesinde yaşanan şey bu.
Savaşa ve savaş çığırtkanlığı yapan politikacılara karşı durmadan önce savaşın ne olduğunu hatırlamamız lazım. Bunun için sadece İkinci Dünya Savaşı'nın sonuçlarını irdelemek bile yeter.
FATURAYI SİVİLLER ÖDEDİ
II. Dünya Savaşı, 1939'dan 1945'e kadar süren İkinci Dünya Savaşı'nda 30'dan fazla ülke doğrudan savaşa girmiş ve bu savaşta 100 milyondan fazla kişi savaş gücü olarak görev almıştı. İnsanlık tarihinin en ölümcül savaşında 70 ila 85 milyon kişi can vermişti. Ölenlerden çoğu asker değil sivildi. Ve hayatını kaybedenlerin önemli bir kısmı mermi ya da bombalardan değil açlıktan ve hastalıklardan ölmüşü.
Geçtiğimiz günlerde yayımlanan Tony Judt'un başarılı yakın tarih çalışmasını savaşların bedelleri bağlamında inceledim.
Cambridge, Oxford, Berkeley ve New York Üniversitesi gibi köklü eğitim kurumlarında dersler veren İngiliz tarihçi Tony Judt'un Savaş Sonrası / 1945 Sonrası Avrupa Tarihi adlı çalışması, İlk kez yayımlandığı 2005'te ABD'de yılın en iyi 10 kitabı arasına seçilmiş, Pulitzer'de de finale kadar yükselmişti.
Bu kitabı böylesine başarılı kılan iki nedeni de söylemem gerek. İlki, özgünlüğü ve kapsamı ile çok önemli bir çalışma olması. Daha da önemlisi 70 yıll sonra bile etkilerini hissettiğimiz yılları anlatıyor olması.
GÖLGE HÂLÂ KALKMADI
Savaş Sonrası, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Avrupa'nın yaşadığı ve yaşayacağı acıların bir fotoğrafını çektikten sonra normalleşme çabalarını anlatmaya girişiyor. Ardından "Düşüşten Sonra" başlığıyla adlandırdığı 1989 - 2005 yılları arasının siyasi - sosyal analizini yaparak yaklaşık yetmiş yıllık süreci birçok farklı yönden değerlendirerek hacimli çalışmasını sonlandırıyor.
Judt, kitabının giriş bölümünde "İkinci Dünya Savaşı'nın uzun gölgesi, savaş sonrası Avrupa'nın üzerine çökmüş bulunuyor" diyor. O çöken gölge henüz kalkmadığı gibi bizi de bizim gibi savaşa girmemiş birçok ülkeyi bile etkiledi. Bir tek örnekle açıklamak gerekirse,
İkinci Dünya Savaşı zamanında savaşa sürüklenmemek için o zamanların siyasetçilerinin eğrisiyle doğrusuyla uyguladığı yöntemler, aldığı siyasi kararlar bugün hâlâ iç politika malzemesi yapılabiliyor. Bu da Demokrat Parti'den bu yana tüm sağ partilere bitmek tükenmek bilmeyen bir malzeme veriyor. Bu durum sadece geçmişi ve bugünü değil geleceği de etkileyen bir unsur.
'SAVAŞ' DERKEN İKİ KEZ DÜŞÜNMELİ
Büyük savaş ve sonuçları bağlamında incelediğim kitaptan altını çizdiğim ilginç bazı istatistiki bilgileri maddeler halinde paylaşarak savaşın gerçek yüzünü bir nebze olsun anlatabilmiş olmayı isterim.
* 1945 Mayısında on dört gün boyunca 40 bin ton gülle yağmuruna maruz kalan Berlin, Kızıl Ordunun eline geçtiğinde binaların yüzde yetmiş beşi tamamen harap olmuştu.
* Savaşın sonrasında sadece Sovyetler Birliğinde 25 milyon, Almanya'da 20 milyon kişi evsiz kalmıştı.
* Savaş bitirken Fransa'nın elindeki deniz ticaret filosunun üçte ikisi batırılmıştı.
* Savaş boyunca Sovyetler Birliği'nde 70 bin köy, bin 700 kasaba, 32 bin fabrika ve 65 bin kilometrelik demiryolu yerle bir edilmişti.
* Savaş boyunca Almanya'nın esir aldığı 5 buçuk milyona yakın esirden 3,3 milyonu tutuldukları kamplarda öncelikle açlıktan ve diğer kötü koşullardan ötürü can verdi.
* 1945'in sonuna gelindiğinde sadece Berlin'deki kayıp çocuk sayısı 53 bindi.
* Savaş bittiğinde Polonya'nın başkenti Varşova'da yaşayan her beş kişiden biri tüberküloz hastasıydı. Unutmayın ki, o zamanlar verem çaresiz bir hastalıktı.
* Yine aynı Polonya, savaş öncesi nüfusunun beşti birini kaybetmişti. Bunların büyük bir çoğunluğu eğitimli insanlardı.
* Viyana'ya Kızıl Ordunun girişinden sonraki üç haftada 87 bin kadın Sovyet askerlerinin tecavüzüne uğramıştı,
* 1945 - 1946 yıllarında Almanya'nın Sovyet işgali altındaki bölgesinde babaları Rus askerleri olan yaklaşık 200 bin Rus bebek doğmuştu.
* Savaş sırasında ve hemen sonraki süreçte Bulgaristan 160 bin Türkü, göçe zorlamıştı.
Evet... Savaş denilen şey işte bu!..
O yüzden "İki günde şuranın başkentine gireriz... şurayı darmadağın ederiz, bilmem hangi renk elma için bilmem nerelere gideriz, hem asarız hem keseriz" diyenleri ciddiye almayalım, bütün gücümüzle de bu popülist politikalara da karşı duralım.
Savaş Sonrası / 1945 Sonrası Avrupa Tarihi / Tony Judt / Alfa Kitap
Et yiyenler arasında yaşamanın incelikleri
Besin zincirinin en üstündeki varlığız. Hayvanları ve bitkileri yiyerek türümüzün devamını sağlıyoruz. Bitkiler tamam ama acı çeken bir varlığın hayatına son verip onu yeme meselesi, sadece vejateryen ve veganları değil, empati gücü biraz yüksek bireyler için bile artık büyük bir sorun. Olayın tamamını gözünüzde canlandırdığınızda sizi veganlığa götürecek yolculuğun başlangıç noktasındasınız demektir.
Vegan dünyasının başyapıt olarak kabul edilen Etin Cinsel Politikası’nın yazarı Carol J. Adams; Et Yiyenler Arasında Yaşamak adlı kitabında nasıl vegan ya da vejateryen olunabileceğini değil, vegan ya da vejateryen olduğumuzda bizi neler beklediğini anlatıyor. Yazar, vegan / vejateryen olma kararı aldıktan sonraki süreçte et yiyenler aleminde nasıl varolacağımızı, onlarla nasıl ilişkiler yürütebileceğimizi, et yiyen sevdiklerimizle ilişkilerimizi nasıl sürdebileceğimize dair tüyolar veriyor.
Yazar, hem kendi kişisel deneyimlerinden hem de vegan aleminin popüler isimlerinin yaşanmışlıklarından yola çıkarak yazdığı kitabında başlangıçta bir alay konusu, daha sonra hafifseme, aşağılama ile karşılanan veganların, karşılarına çıkan kişilere bir tehdit algısı yaratmadan -bu tehdit karşılıklı bile olabilir- ilkelerini koruyarak ve sosyal hayatını nasıl sürdürebileceklerini açıklıyor.
Kitap bundan ibaret de değil. Kitapta, sadece veganların değil herkesin damak tadına hitap edebilecek, o damak tadını yaşama saygı ilkesiyle değiştirebilecek tariflerler de var.
Carol J. Adams; vefanlığa dair şunları söylüyor;
"Hayvanları yemeye son verdiğinizde, artık hem bir yolculuğa çıkan kişisinizdir hem de kasabaya gelen yabancısınızdır. Yolculuk, diğer varlıkları yemeyi bırakma kararınız ve bu değişim için attığınız adımlardır. Bu süreçte ailenizin, dostlarınızın ve iş arkadaşlarınızın gözünde bir yabancıya dönüşürsünüz; çünkü artık onlar gibi değilsinizdir.
Alıştıkları o eski “sizi” geri isterler. Dahası bu yeni ve “garip” sizle kurdukları ilişki, kendilerinin de bu yolculuğa çıkıp çıkmama kararlarını etkileyebilir. Artık gözleri üstünüzdedir."
Et Yiyenler Arasında Yaşamak / Carol J. Adams / Ayrıntı Yayınları
Ayşe Kulin ile yeniden tanışmak
İlk kitabının yayınlandığı 1984'ten geçen 40 yıla tam 40 eser sığdıran Ayşe Kulin bu kez, kendine ve hayatına dair farklı ipuçlarını anlatıyor.
İlk kitabı Güneşe Dön Yüzünü’ndeki öykülerden bu yana aralıksız üreten, birçok eseriyle satış rekorları kıran Kulin'in, bu yıllar boyunca gazete ve dergi gibi farklı mecralarda da pek çok yazısı yayımlanmıştı.
Yazarlığının yanı sıra sosyal sorumluluk projeleri, toplum yararına çalışan dernek ve vakıflara verdiği desteklerle de takdir toplayan yazar,
birçok projeyle Kardelenler’e umut oldu, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve UNICEF gibi dernek ve kurumların çalışmalarında yer aldı.
Kendi kişisel arşivinin yanı sıra, yıllar önce mezun olduğu TED Koleji'nin İstanbul'daki şubesine bağışladığı özel arşivinden toplanan belgeler, bu yepyeni bir çalışmaya ilham verdi.
Ayşe Kulin'in Kalemimle Kırk Sene adlı kitabı, işte bu arşivlerde gizli kalmış bilgilerin ışığında hazırlandı.
Bu özel çalışmada yazarın yalnızca haber metinleri, yazıları ve röportajları değil yayımlanmamış şiir, hikâyeleri de var. Ayrıca sanatçının katıldığı davetler, paneller, aldığı ödüller ve okur mektupları da bu özel çalışmanın dağarcığında yer alıyor.
Kalemimde Kırk Sene / Ayşe Kulin / Everest Yayınları
Taş Devrinden yapay zeka çağına
Neksus, bağlantı aracı, bağ ya da bağlantı anlamlarına geliyor.
Sapiens: İnsan Türünün Kısa bir Tarihi adlı çok satan kitabıyla tanıdğımız İsrailli tarihçi Yuval Noah Harari, Nexus adlı yeni kitabında bilgi ağlarının kadim köklerine iniyor. Ardından bu köklerle bağlantılı olarak, yüzyıllardır akışı sağlayan bağlantıların ilişkilerini yapay zeka çağına kadar getiriyor.
Neksus insanlık tarihine derinlemesine bir bakış atarak, bilgi akışının bizi bugünlere nasıl getirdiğini tartışıyor. Bizi Taş Devri’nden Kitabı Mukaddes’in kanonlaştırılmasına, matbaanın icadına, kitle iletişim araçlarının gelişimine ve son dönemlerde popülizmin yeniden doğuşuna tanıklık ettiren Harari, bilgiyle gerçek, bürokrasiyle mitoloji, bilgelikle otorite arasındaki karmaşık ilişkiyi sorgulamaya yöneltiyor okurlarını. Roma İmparatorluğu, Katolik Kilisesi ve Sovyetler Birliği gibi sistemlerin iyi ya da kötü, hedeflerine ulaşmak için bilgiyi nasıl kullandığını örneklerle incelerken insandışı zekânın varlığımızı tehdit ettiği bu dönemde, her şey için çok geç olmadan neler yapılabileceğini de tartışmaya açıyor.
Neksus / Yuval Noah Harari / Kolektif Kitap
On üç öyküyle kasvetli bir dünya
Çağdaş korku edebiyatının popüler yazarlarından Thomas Ligotti’nin Karakatip'inde çeşitli kişiliklere bürünen bir anlatıcıyla tanışıyoruz. Kitaptaki on üç öyküde aynı anlatıcıdan tüyler ürpertici öyküler dinliyoruz. Karakâtip yeni anlatıcı, sayfalar boyunca kimi zaman tanık, kimi zaman fail, kimi zaman kurban olarak karşımıza çıkarken bir yandan da bize yol göstermeyi ihmal etmiyor.
Edgar Allan Poe ve Nathaniel Hawthorne’un yarattığı korku iklimini aratmayan öyküler, bu türün meraklıları için çok şey vad ediyor.
Karakatip / Thomas Ligotti / Can Yayınları
Napolyon çağında bir Conrad kahramanı
Modern dünya edebiyatının önde gelen isimlerinden Leh asıllı İngiliz yazar Joseph Conrad, bu kitabını kişisel ve ulusal benliğe, sadakat ve sevgiye, insanın insanı boğazlama kabiliyetine hasredilmiş. Korsan okurunu Devrim sonrasına, Napoléon’un yükselişini tanıklık edecek o kaotik günlere götürüyor. Romanda tanıştığımız, büyük mücadeleler ve orman kanunlarıyla şekillenmiş bir yaşamı geride bırakıp Güney Fransa’ya dönen topçu astsubayı Peyrol'ün içinde savaş eksik olmayan serüvenlerine maceralarına eşlik ediyoruz.
Korsan / Josaph Conrad / Everest Yayınları