Bir şiddet sarmalı içinde, çocuk, kadın, genç, doğa, kent, emek, bilim, sanat, kısaca topyekûn yaşam ve ülke mahvediliyor. Bu işin şakası, avuntusu, geçiştirilmesi mümkün değildir. Adını koymadan üstesinden gelmenin de. Çünkü bu bataklık, yalnızca maddi-manevi-fiziksel varlıkları öldürmüyor, coğrafyamızı ve yeryüzünü topyekûn bir algı, yorum ve vicdan cehennemine dönüştürüyor. Tarihteki örneklerden de bilinir ki, demokrasiden uzaklaşmanın, yerine çağdışı bir sistemi inşa etmenin yolu, salt yasalar ve kurumların alt üst edilmesinden geçmiyor. Politikayı yaşam formlarına uyarlamadan, hiçbir yıkım ve inşa söz konusu olamaz. Gericiliğin ve ilkelliğin pazarlamacıları ve taşeronları işte bunu çok iyi biliyor.
Şiddet politik bir tercihtir ve giderek yükseltilmekte, doğallaştırılmakta, sistemin bir parçası olarak kabul etmemiz istenmektedir. Çünkü sistem çıkışsız, sürdürücüleri ve kapıkulları çaresizdir. Güdülere seslenmekten başka yol bulamamanın pespayeliğinde, varlığını korumak adına her şeyi mahvetmektedir. Bu genelleme, gidişata muhalif kesimin, kuşkusuz hayli doğruluk barındıran tanımlamasıdır. Ancak bir gerçek daha var ki, bu görülmeden muhalif olmanın ne itirazının, ne de karşıt duruşunun pratik bir değeri vardır.
Sistem dönüştürücüleri, bu gidişatı bir mahvoluş olarak görmemekte, tam aksine her adımı yeni bir mevzi kazanmak olarak görüp, kitle ruhunda kutsanması için her türlü ritüeli ve törenselliği sonuna dek kullanmaktadır. Şiddetin, ister dil, ister düşünce, isterse fizik olarak kullanılması, karşıtlara karşı güç gösterisidir. Bir yandan dayanıklılığın, asla değişmezliğin ve iktidar olmanın kanıtı, öte yandan iktidardan yana olmanın keyfi-konforu olarak kitle kullanımına sunulmasıdır. İş böyle bulunabilir, kaynaklardan pay ancak böyle alınabilir, biat ve icazetin bahşettiği saadet zincirine böyle eklenebilir. Hiç biri yoksa “adamdan” sayılırsın, daha ne olsun!Sistem bilir, hiçbir şey olamayan-olamayacak zavallıya “bir şeysin” demek yeter.
Şiddetin ilk hedefitoplumsal hafızadır. Çarpıtmalarla, kirletmelerle, yok saymalarla, her türlü akıl, bilim, ahlak ve vicdan ölçütünün değersizleştirilip, çöpe atılmasıyla başlar her şey. Her yol mubah, her yöntem doğal, her türlüsünden boyun eğmek kader, boyun eğdirmekse sistemin tartışılamaz ilahi hakkıdır. “Hak” yalnızca egemenin tekelindedir ve “kutsal” olarak pazarladığı ve “tartışılmazlık” makamına çıkardığı yetkilerle donatılmıştır. Savunma ve saldırı gücü, paralize ettiği kitlenin öfkesi, şiddeti, hıncı ve öç alma güdüsüdür. Bu güdü daima kısık ateşte tutulur. Zayıflamaya, sönmeye başladığında, hele ki “Ben kime neden öfke duyuyorum?” sorusunun kıpırdandığı anda, en sakil ama her zaman işe yarayan malzeme servise sokulur. Dindir, kandır, mezheptir, ırktır, cinsiyettir, yaşama hakkının yalnızca kendisine ait olduğuna dair imandır bu malzemenin unsurları. “Elde var bir”, “Her şey bana göre, benim için” diye yola çıkar şiddet.
Erkekse, aşağılamak, dövmek, gerekirse öldürmek hakkı ondadır. Şiddetinden dolayı sorgulanan, mahkemeye düşen her erkek bir yandan şaşkınlık, bir yandan sonsuz güven duygusu içindedir. Sistem, alçağını yeterince donatmıştır, bilir. Kutsal kitaplardan yasalara, sürü tarafından takdir edilmekten insanlığından feragat etmiş kadınlara, hepsi vandaldan yanadır. Öyle ya, “o kadın kim bilir neler yaparak” eril sistemin aşağılık çarkına ne çomaklar sokmuştur. Yiğidim tosunum tahrik edilmiştir, asıl mağdur olan kendisidir, nihayet boynu büküklüğü “iyi hale” yorulacak, yırtacaktır. Bunlar tek başına yapılacak çıkarımlar değildir, sistem tarafından öğretilmiş, örneklenmiştir. Her türlü namussuzluğu hoş görülürken, cinayetinin “namus”la paketlenmesi, bunlardan biridir.Şiddet uygulayan herkes, sistemin temsilcisidir. Sistem, sömürüsüne, kıyıcılığına, çarpıklığına, bilime, sanata ve insan tarafından yaratılan her şeye karşı düşmanlığına itiraz edene ne yapıyorsa, kışkırttığı-desteklediği-sırtını sıvazladığı erkek de, karşıtı saydığı, kölesi olmasını istediği, üremeden başka bir işe yaramadığına inandığı kadına aynı şeyi yapmaktadır. Bu, sistemin mikro yaşamlardaki karşılığıdır. Kadın bu yazıda en yakıcı simge olarak seçilmiştir. Ötekilerine de değineceğiz. Bir soruyla virgül atalım.
Sistem bu cinayetler karşısında, nicedir “münferit” diyemez haldedir. Kışkırttığı şiddetin, bir gün kapısını çalmasından mı korkmaktadır, kim bilir?