Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkıcı tehlikelerden korunması ve sonsuza değin yaşatılması için başlıca güvencemiz elbette ki onu kurmuş olan Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Ne var ki bu partiye umut verenlerin önerileri ne denli göz önünde tutuluyor, bilmiyorum. Benim eleştirilerimi kaç kişi okuyor, onu da bilmiyorum. Ama olsun; burada bir kez daha, içimde kalmasın diyor, kendime tanıdığım bu hakkı kullanıyorum. Bunu yalnızca bir hak değil, arıca bir sorumluluk sayıyorum.
“Teşbihte hata olmaz” diyerek, aynı anlayışla bir karşılaştırma yapacağım: “Sisyphos”, eski Yunan söylencesinin ünlü öykülerinden birinin başkişisidir. Yaptığı hilelerden dolayı tanrılar tanrısı Zeus onu cezalandırır: Büyük bir kaya parçasını yuvarlayarak bir tepenin zirvesine çıkaracak, ama tam oraya ulaşacakken, kaya elinden kaçarak yeniden aşağıya yuvarlanacak ve Sisyphos yeni baştan bu işe girişecektir. Bunu sonsuza değin yapacaktır.
Yirminci yüzyılın en ünlü Fransız filozof-yazarlarından, bizde de oldukça sık anılan Albert Camus’ye göre, “Sisyphos söyleni” insan yaşamının bir somutlaması, yani alegorik bir betimlemesidir. Bunun yorumunu “Mythe de Sisyphe” (Sisyphos Söyleni) adlı kitabında dile getirmiştir. Aslında Camus’un hemen bütün yapıtları, yaşamın anlamsızlığı karşısında insanın takınabileceği olası tutumları sorgulamaya dayanır.
Fransız toplumu bu kısır döngüyü, “métro boulot dodo” (metro bulo dodo) biçiminde kısa bir tekerlemeye indirgemiştir (anlamı: metro iş uyku).
Gelelim CHP ile Sisyphos söyleni arasında kurduğum yakınlığa: Her ikisi de bir kısırdöngü içine sıkışmıştır. Sisyphos’un durumu açık seçik ortada. O, bunun bilincindedir. CHP ise, aynı kısırdöngü içinde olmasına karşın, bunu umursamaz görünüyor.
Gerçekten, partinin varoluş düzeni, her seçimde aldığı oldukça düşük oy oranıyla (yüzde 25’ler), otomatiğe bağlanmış gibi işlemekte; kendisiyle birlikte, Atatürk’ün de yıpranmasına yol açmaktadır. Dahası, ülkede O’nu eleştirenlerin, giderek de aşağılayanların kitlesel olarak artmasına içimiz sızlayarak tanık oluyoruz. Ayıklana ayıklana küçük bir azınlığa indirgendik. Yıpratılan, yalnızca Ulu Önder Atatürk ve partisi değil, aynı zamanda kurmuş olduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Bence partinin yazgısını ele geçirip bir türlü bırakmak istemeyen yöneticilerin temel yanlışlarından birisi, yüzlerini halka çevirmek yerine, iktidarın ağzı bozuk ve çığırtkan azarlamalarına takılıp sürüklenmek ve aynı düzeysizlikle ona yanıt yetiştirmektir. Kimi parti sözcülerinin, karın kasları yırtılırcasına bağırması gerçek CHP’liye yakışmıyor.
Kısacası kendileri ile iktidar arasındaki kültür ayrımını gözetmiyorlar. Belli ki “biz de onlar gibi aynı tonda konuşursak, aldıkları oyları kendimize çekeriz” diye umuyorlar. Oysa “taş yerinde ağırdır” demişler. Kaba saba, alaycı, küçümseyici, düzeysiz bağırmalar yerine; Atatürk ve arkadaşlarının, önceden büyük bir özenle hazırlamış oldukları seslenişlerini örneksemeleri, yalnızca bizlere değil, çok daha geniş toplum kesimlerine de gerçekçi ve inandırıcı gelebilir.
Ama ne yazık ki CHP’nin egemenleri, ülkemizde bunu yapabilecek nice aydın ve bilge yurttaşlar varken, onları içlerine almak istemiyor. almışlarsa da, çok geçmeden dışlıyorlar. Burada da sanki iktidarın “Mon Cher” söylemine sığınıyorlar.
Ayrıca Meclis’te çok büyük bir iktidar çoğunluğu varken, hiç de gerçekçi olmayan önergeler vermek, halkçıl (demagojik) bir kurnazlıktan başka bir şey değildir. Partinin temel işlevi, halkla sıcak ilişkiyi kesmeden, olası iktidarları dönemindeki uygulamalarına bilinçlice hazırlanmak olmalıdır, vb…
Bu kez cezayı kesen Zeus değil, yayılımcı sömürgenlerdir: Profesyonelleşmiş bir parti kitlesi, Sisyphos’un omuzladığı kaya parçasının bir benzerini CHP’nin tepesine bir çıkarıyor, bir indiriyor, bir çıkıyor, bir indiriyor…