(Cevdet İnci anısına)

“Beşikler vermişim Nuh'a,
Salıncaklar, hamaklar,
Havva Ana'n dünkü çocuk sayılır,
Anadoluyum ben,
Tanıyor musun?

Binlerce yıl sağılmışım,
Korkunç atlılarıyla parçalamışlar
Nazlı, seher-sabah uykularımı
Hükümdarlar, saldırganlar, haydutlar.
Haraç salmışlar üstüme.
Ne İskender takmışım,
Ne Sultan Murat
Göçüp gitmişler, gölgesiz!
Selam etmişim dostuma
Ve dayatmışım...
Görüyor musun?”

(Ahmet Arif)


Aydın'ı geçiyoruz, yanımda Nisa:
“Dağlarından yağ, ovalarından bal akan Efeler Diyarı.
-Yağ zeytinden, bal incirden... Bu şehrin her yanını neden bu iki kutsal ağaçla donatmazlar, diyorum. Kuran'daki “TİN Suresi”ni anımsayarak. “Tin ve zeytune and olsun!”
Birkaç 10 kilometreden sonra ovalarda incir, Messogis (Aydın) sıra dağları aklanında (yamaç) zeytin ağaçları selamlıyor bizi. Aydın-Denizli asfaltının refüjlerinde, her mevsim yeşil yapraklı kalan turunç ağaçlarını görünce, bu yörenin son yıllarda turunçgil ve çilek cenneti olduğunu anımsıyorum.
Varıyoruz sultanlara layık Sultanhisar'a.
“Nyssa” tabelasındaki okun gösterdiği yöne, kuzeye doğru kırıyoruz direksiyonu. Kuş cıvıltıları, çiçek kokuları arasından, sık sık vites küçülterek şehir surlarına varıyoruz. Propilaion (anıtsal kapı), otomatikmiş gibi açılıyor önümüzde.
Helenlerin, her kent için yakıştırdığı “Hero”, kurucu yiğit ata öyküsüne bakılırsa, Sparta'dan gelen üç kardeş (Athymbros, Athymbrados ve Hydereolos) bu yörede birer kome (kentçik) kurmuş. Zaman içinde bu küçük kent birleşerek Nyssa'yı oluşturmuş.
Bilim ve kültür alanında ileri bir kentmiş burası.
Burada öğrenim görmüş “Geographika” (Coğrafya) kitabı yazarı Strabon'un anlattıklarına dayanarak, bu küçük ama görkemli kenti, hayalimizde, eski günlerindeymiş gibi canlandırarak dolaşıyoruz Nisa ile. Yolun bitişiğinde Gymnasion bulunuyor.
Yolun sağındaki dere, kenti ikiye ayırıyor. Hemen oracıkta, dere yatağı balon gibi genişliyor. İşte burası; Anadolu'da Pergamon (Bergama), Kyzikos (Erdek) ile Tripolis'te (Buldan/Yenice) görülen amphiteatron. Derenin iki yakasında, birer kavea (tiyatro oturma yerleri) var. Aşağıda, orkestra dairesinde oluşan gölde deniz savaşı provaları, yüzme ve su sporu eğitimleri yapılıyor.
Sola bakıyor; Nyssa'yı kültür başkenti yapan kütüphane yükseliyor. Bunun, üç katlı bir ülkü mabedi olduğunu unutmayalım. Üç katlı olan binanın raflarını, zamanın baş yapıtları olan, 15 bin kitap süslüyor. İşte, ödünç kitap almaya veya aldığı kitapları geri vermeye gelen onlarca Nyssa'lı. Alt kattaki çok amaçlı salonda, zamanın ünlü gramer ve retorik bilgini Aristodomos ders veriyor.
Yolun sonunda, aracımızı uygun bir yere park ederek, yaya dolaşıyoruz bu antik çağ ecesi kenti.
Hemen solumuzda, Nyssa'nın, halkın dilinden konuşmak için açılmış ağzına veya bizi selamlamak için baştan çıkarılmış şapka gibi muhteşem tiyatro. Sığarı (kapasitesi), her bir izleyicinin iki karış (yaklaşık 40 cm) yer kapladığı kabulune göre 8 bin 800 kişilik.
Her etkinlikte kadınlı erkekli Nyssa'lı dolduruyor bu kutsal mekanı. Orkestra yarım dairesinin skene (sahne) binasıyla birleştiği duvarı canlıymış gibi görünen yüksek kabartmalar süslüyor.
Görüntüler, Şarap ve Eğlence Tanrısı Dionysos'un yaşamını sergiliyor.
Biliyoruz ki; Dionysos, Baştanrı Zeus'un Semele'den olma oğludur. Zeus'un gerçek kılığıyla görünüp, onun yıldırımından tutuşan Semele'nin karnından çıkarıp aldı onu Zeus, baldırına sakladı. 9 ay 10 gün süre dolunca doğduğu için “İki kez doğan” anlamında “Dionysos” adı verildi ona. Onu, Nyssa'da kadınlar büyüttü. Oğlumuz büyüyünce, mitolojinin zevk ve sefa düşkünü, Şarap ve Eğlence Tanrısı oldu. Onun onuruna yapılan şenliklerden, “tiyatro” dediğimiz sanat doğdu.
Nyssa'yı ikiye bölen, az aşağıda genişleyip Amfitiyatro olan, kışın akıp yazın kuruyan dereyi köprüyle geçiyor; yolun solundaki dükkanları tek tek seçiyoruz. İşte geldik öyle bir yere ki; kişi oğlu benzerini nadir olarak göre! Buna derler “Gerantikum”, Türkçe söylemiyle “Yaşlılar Meclisi”; hani canım şu, bizim dilimize de girmiş olan “Geriatri”den (Yaşlılık bilimi) sözcüğünden bilirsiniz. Burada övünmek olsun: Bu yazılı gezide size rehberlik etmekte olan Gökovalı Şadan, Prof. Dr. Fehmi Akçiçek'in başkanı olduğu Ege Geriatri Derneği'nce “İleri Yaş Dostu” onuruna değer görülmüştür...
İmgelemimizde canlandırmayı sürdürelim: İşte, Nyssa “ak sakallı”ları, kent-devletin sanatsal ve kültürel işlerini görüyor; hiç de öyle kavga etmeden, küfürleşmeden. Aşağı ortadaki Hatip Kürsüsünde konuşan Ak Sakallı'yı, öteki ak sakallılar pür dikkat dinliyor.
Burada, beş merdivenle yukarıdan aşağı bölünmüş 20 oturma sırası hala sayılabiliyor.
Nyssa'da görülecek yerleri, bir planda göstereyim ama şimdileyin bizi, Kutsal zeytin ağaçları arasından Agora'ya götüreyim. Tam gözlerle görümlük. Bayındır ilkçağ kentlerinde, birisi devlet, birisi ticaret olmak üzere iki agora bulunurdu. Adları üstünde; ilkinde devlet işlerinin görülmesinin yanı sıra orası devlet belgeliği idi; diğerinde ise ticaret işleri görüşülürdü. Şimdi bakmayalım, buradaki sütunların kimi ayakta kimi yatakta olduğuna; ilkçağda burada alıcı ve satıcı çığırtıları birbirine karışırdı.
Benim, Nisa aracılığıyla size asıl göstermek istediğim; şu, yana eğilmiş sütunu düşmesin diye tutmak ister gibi alttan tutmuş zeytin dalı. Dünya çapındaki objektifimiz Ara Güler bu görüntüyü çekip “Tarih ve Doğa” lejandıyla sunduğu fotoğrafla “Dünya Birinciliği”ni kazanmıştı.
Sizin de yardımınızla şansınız size, nice ödüller versin.
Ayrılırken, Nisa'nın şöyle mırıldandığını duydum:
“Keşke Nyssa'yı örnek alabilsek; onu ve Anadolu uygarlığını dile getiren kitapları Sultanhisar'da halkımıza sunabilsek...”

KADIN TELAKKİSİ
Kimi der ki kadın;
Uzun kış gecelerinde,
Serip bir döşek gibi
Yatmak içindir.

Kimi der ki kadın;
Yeşil bir harman yerinde,
Dokuz zilli bir köçek gibi
Oynatmak içindir.

Kimi der ki, hamur yoğurur.
Kimi der ki, çocuk doğurur.

Her ağızdan bir söz:
Kimi der ki, ilk göz ağrım.
Kimi der ki, onunla dolu bağrım.
Kimi der ki, bunca yıldır yaşıyorum ayalimdir.
Kimi der ki, boynumda taşıyorum vebalimdir.

Ne bu,
Ne şu.
Ne öyle,
Ne böyle.
Ne döşek,
Ne köçek.
Ne ayal,
Ne vebal…
O benim;
Kollarım, bacaklarım, dudaklarım,
ve başımdır.
Yavrum, anam, öz kardeşim, karım,
Hayat arkadaşımdır.


Nail V. Çakırhan