Cahit Külebi, vaktiyle “Kopdağı’nda akar bir çeşme var/ Serçe parmak kalınlığında suyu/ Haram etmiş gece gündüz uykuyu/ Akar da akar” diye yazmıştı. Su, hayat!.. Uygarlığın itici gücü, edebiyatın sonsuz esin kaynağı. Ezgi Tanergeç, suyun birleştirici gücüyle üç farklı dönemde kurguladığı ödüllü romanı 'Devridaim' ile hayat üzerine düşünmeye davet ediyor

Ezgi Tanergeç, İzmir'in edebiyat dünyamıza armağan ettiği isimlerden... Yazar, İstanbul'da uzun yıllar medya sektöründe gazeteci olarak çalıştıktan sonra doğup büyüdüğü memleketi İzmir'e döndü ve yazdığı ilk romanı Devridaim ile 2022 yılında Bilgi Yayınevi'nin düzenlediği "Turgut Özakman İlk Roman Yarışması"nda birincilik ödülüne layık görüldü. Geçtiğimiz yıl yayımlanan, üç farklı dönemdeki farklı insan öykülerini bir su metaforuyla buluşturan Devridaim, yazarına bu yıl da Orhan Kemal Roman Ödülü'nü kazandırdı. Yeni romanı Geç Kalanlar Kümesi'nin son yayın hazırlıklarıyla uğraşan yazarımızla sizler için söyleştik...

•      İlk romanınızla iki edebiyat ödülü kazandırdı. Bu sizi daha iyisi için zorladı mı? Edebiyat ödülü sizin için öncelikle ne ifade ediyor?

Emek verdiğiniz bir alanda ödül almak her zaman değerlidir. Ödül alamamak yaptığınız işin kötü olduğu anlamına gelmese de ya da adı “ödül” olan her şey aynı oranda önemli olmasa da bu tür teşvikler özellikle yolun başındaki insanlar için cesaret verici oluyor. Hele edebiyat ödülleri.

Whatsapp Image 2024 07 09 At 13.32.41

OKURDAKİ YANSIMA ÇOK DEĞERLİ

•      Ödül sonrası sizde bir değişiklik yarattı mı?

Yazmak, yazar için çok özel bir süreç. Farklı bir bilinç düzeyiyle bütün benliğinizi ortaya koyarak bir şeyler yazıyorsunuz ama diğer tarafta bunun karşılığının ne olacağını kavrayamıyorsunuz. Bu ödüller, “Yazdığın şeyin okuyucu tarafında da bir karşılığı var” anlamına geliyor. Turgut Özakman İlk Roman Ödülü aldığımda mutluluktan ne yapacağımı şaşırmıştım ve bu ödülle birlikte çıkmış oldu 'Devridaim'. Fakat bu sene Orhan Kemal Roman Armağanı’na layık görüldüğünde, Yılmaz Güney’le başlayıp Sevgi Soysal’la devam eden, Yaşar Kemal, Fakir Baykurt, Vedat Türkali, Zülfü Livaneli, Necati Cumalı, Oya Baydar, Erendiz Atasü gibi isimlerin olduğu bir listede buldum kendimi.

•      Çok ayrıcalıklı bir duygu olmalı?

Hem de nasıl! Benim için kesinlikle teşvik edici ve gurur verici bir durum. Her romanın ayrı bir yeri vardır. İlham aldığı durumlar ve kullanılan dil farklıdır, ruh hali farklıdır. Karşılaştırma yapmadığım için bir stres unsuru olarak görmüyorum. Aksine bir motivasyon olarak görüyorum.

GAZETECİLİĞİN KATKISI BÜYÜK

•      Gazetecilik okudunuz, medyada uzun yıllar görevler yaptınız ama artık bir yazarsınız. Eski mesleğinizin yazarlığınıza etkisi ne oldu?

Gazetecilik yazarlığı içinde barındıran bir meslektir. İşin önemli bir kısmını yazmak, yazabilmek oluşturur. Gazetecilik bir haberi yazarken en doğru ve çarpıcı başlığı bulup, olayın özünü spot dediğimiz en önemli cümleyle kısaca aktardıktan sonra olaydaki '5N 1K’yı en sade ve anlaşılır haliyle toparlayabilmeyi gerektirir. Özellikle TV haberciliğinde saniyeler önemli olduğundan, fazladan her kelime hatadır. Bence gazeteciliğin yazarlığa en önemli katkısı budur. Ayrıca gazetecilik insana bir bakış açısı ve pratiklik de sağlıyor. Yalnızca yazmak açısından değil, genel kültür kazandırması, farklı yerlerde bulunup çok farklı insanları ve ortamları tanıma imkanı sunması büyük avantaj.

•      Edebiyata dönersek...

Tabii ki roman yazarı olmak bunlardan ibaret değil, daha farklı bir durum. İşin içine yaratıcılık ve ilham perileri giriyor, duygular giriyor, çok fazla düşünce ve fikir giriyor. Ama gazeteciliği bir zaman kaybı olarak görmem mümkün değil.

KİTAP OLAN EVLER GÜZELDİR

•      Yazar hayat kadar okuduklarından da etkilenir. Sizi kimler ve neler etkiledi?

Bu soruda hep zorlanırım çünkü hem çok isim var hem hiç isim yok gibi. Okuma alışkanlıkları da zaman içinde kişiyle beraber değişiyor. Eskiden beni derinden sarsan bir roman bugün aynı etkiyi bırakır mı pek emin değilim. Öte yandan ilk gençlik yıllarında okuyup kıymetini bilemediğim bir romanı bugün çok daha iyi anlayabilirim. Eskiden kendi tarzımızı belirleyip istediğimiz yazarlara ve kitaplara ulaşma imkanımız olmadığından evdeki kütüphane çok önemliydi, ben o konuda şanslıydım.

•      Kitaplarla ev ortamında tanışmak çok kıymetlidir ama!..

Tabii ki. Ben çok şanslı bir çocuktum. Evimizde Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Aziz Nesin vardı. Kafka, Marquez ve Dostoyevski vardı. Hepsini genç yaşlarda okudum ve çok sevdim. O dönem yazar olmak gibi bir düşüncem yoktu ama “Dönüşüm”ü okuduğumda keşke bunu ben akıl etseydim, diye düşündüğümü hatırlıyorum. Fransız yazar Paul Tillard’ın evde bulduğum “Kuklacı” adlı romanını çok küçükken okudum ve bayıldım. Aslında Çin devrimini anlatan bir romandı ama ben o yaşta tabii ki ülkenin durumuna değil, adamla çocuğun yaşantısına odaklanmıştım. Önemli olan okumaktı çünkü. Kitap sevgisi bu şekilde başlıyor. Son yıllarda daha çok yerli ve yeni yazarlara yöneliyorum. Bir yandan ıskaladığım klasikleri okumaya çalışıyorum.

İSTANBUL İNGİLİZCE GİBİ

•      Birçok insan gibi sayısız roman kahramanı da İstanbul'da yaşıyor. İzmirli bir yazar olarak buna yorumunuz nedir?

Açıkçası dikkatimi çekmemişti. Şimdi düşünüyorum, sanki böyle bir genelleme yapılabilir. Bunu genel olarak İstanbul’un tarihi ve kültürel olarak daha fazla “malzeme” barındırmasıyla ilişkilendirebilirim.

•      Devridaim de öyle...

Devridaim tarihsel boyutu ve konusu itibariyle İstanbul’da geçmek zorundaydı. Gerçi yeni romanım da İstanbul’da geçiyor ama sanırım İstanbul biraz “İngilizce gibi.” Ortak bir mekan sanki. Herkesin az çok bildiği, fikir sahibi olduğu birleştirici bir şehir. İstanbul’da yaşamayan bile İstanbul’u kitaplardan ya da ekrandan tanıyor. İstanbul dışında bir yerde geçmesi için oraya has bir unsurun özellikle belirtilmesi gerekir, mekanın bir önemi olması gerekir gibi geliyor. Ama ben sadece İstanbul’u anlatmıyorum aslında. Bir uzun metraj film senaryom var. Uzun bir zaman diliminde Urla’da geçiyor. Onu da ilerleyen dönemlerde roman haline getirme projesi var.

ÖYKÜLER LİSE YILLARINDA KALDI

•      Romanların öncesinde ya da sonrasında öyküler vardır. Sizin öykü çalışmalarınız var mı?

Benim mihenk taşlarım aslında hikayelerden de küçük anlar, olaylar, anekdotlar… Tümdengelim değil, tümevarım yaparak ilerliyorum. İki romanda da öyle oldu. Zor bir yöntem ama özellikle tercih ettiğim bir yol değil. İlham o şekilde geliyor ve olaylar gelişiyor. Bir şarkının bir cümlesinden, damacana su taşıyan gencin ekranda gördüğü kıza su servisi yapmasından, burada şimdi yaşayan insanlarla aynı yerde yüz yıl önce yaşamış biri arasında bağlantı var mıdır gibi bir sorudan bir roman çıkabiliyor. Hikayeden de küçük yapı taşları… Hikaye yazmak ise benim için lise yıllarında kaldı.

SUYUN HAFIZASI

•      Su, Devridaim'in üç farklı zamanın öykülerini birleştiren elemanı! Suyu romanın omurgası yapma fikri nereden geldi?

O konu da yine daha küçük bir fikirden yola çıkıp kafamdaki diğer düşüncelerle birleşti. Başta Serkan ve damacana vardı. Serkan’ı mekan-zaman ilişkisi içinde Macit ve Ahmet Vefik Paşa’ya bağladım. Mekan zaman ilişkisi dışında beynim daha önemli bir unsur aradı sanırım ve Serkan’ın damacana suyundan da yola çıkarak -çünkü damacana tamamıyla günümüzle ilişkili bir nesne- 60’lı yıllardaki çeşmelere ve 1860’lı yıllarda İstanbul’da su dağıtım işinde meydana gelen kritik olaylara uzandım. Bir yandan da “Aynı suda iki kere yıkanılmaz” sözünü irdeledim. İrdeleyince yıkıldı o cümle. “Peki suyun hafızası var mıdır” diye düşünüp bunu da okuyucuya sormak istedim. Bu şekilde üç düzlemde tükenmekte olan kaynaklarımızın da altını çizerek su eksenine hikayeyi oturtmuş oldum.

•      İlk romanda otobiyografik ögelerin ağır bastığı söylenir. Devridaim'de sizin hayatınızdan neler var?

Devridaim’de ben yokum. Bundan sonra da olacağını sanmıyorum. Duygu ve düşünce olarak bir yerlerde mutlaka yazarın bakış açısı vardır. Ama otobiyografik etkilenimler... hayır!

 

FARKLI DÖNEMLER FARKLI DİLLER

•      Devridaim'in farklı dönemlerine dair özel hazırlıklar yaptınız mı?

Her ne kadar kurgusal bir roman olsa da Devridaim’in değindiği bazı konular bazı tarihi olaylara uzandığından romanı kısmen gerçekçi bir zemine oturtma gereği doğdu. Bunun için uzun okumalar yaptım, bazı haftalar sadece araştırmayla geçti.

•      Suyun akışı, yaklaşık bir buçuk asır sürüyor. Bu romandaki dilin de dönemsel değişikliklere uğraması demek!..

Roman üç farklı dönemde ilerlediği için bu dönemleri birbirinden dil olarak da ayrıştırmak istedim. Böylece geçişler sırasında her dönemin atmosferine uyum sağlamak kolaylaştı.  Biraz da eski dili sevdiğim için bunu kullanabileceğim bir mecra bulduğuma sevindim. Özellikle 19.yy Osmanlısında geçen dönemlerde bunu daha net görebiliyoruz.

Ben özel ilgim olduğu için bazı kelime ve kullanımlara aşinayım, özellikle dedemden ötürü. Biraz da araştırma yaparak araya bu sözcük ve deyimleri yerleştirdim.

Whatsapp Image 2024 07 09 At 13.32.41 (1)

Ezgi Tanergeç, "Son yıllarda daha çok yerli ve yeni yazarlara yöneliyorum. Bir yandan ıskaladığım klasikleri okumaya çalışıyorum" diyor.