Malum konu hep CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu.
Tutuklanacak mı, tutuklanmayacak mı diye “iddiaya giren” bile var.
Hükumete yakın medya bastırdıkça bastırıyor.
Sanki mütareke yıllarındayız...

***

Kahvede televizyon açıktı. Haberlerde yine aynı konu.
Bir masadan istek geldi, kanalı değiştirdiler. Konu ise değişmedi.
Her konuda olduğu gibi, bu konuda da “ikiye bölünmüş” durumdayız.
Toplum olarak sorgulamıyoruz, işimize gelene inanıyoruz.
Belli ki “empati” yeteneğimiz sıfırlanmış.
Hatta vicdanlar bile yeterli gelmiyor.

***

1919 yılı.
İstiklal Savaşı yıllarından genç bir kadın.
İstanbul baştan aşağı İngilizlerin işgali altında.
Genç kadın liseyi yeni bitirmiş. Güzel bir kadın. Kadınların daha fazla okuması “normal” görünmediği için “istemeye” gelmeye başlamışlar.

***

Gelenlerden biri de avukatmış.
Uzaktan görebilmiş genç kadın.
Uzun boylu, yakışıklı bir delikanlıymış.
Genç kadın beğenmiş. Kısa süre sonra nişanlanmışlar.
İkisi de birbirini seviyormuş.
Genç kadın, mutlu bir yuva kurmak hevesi ile lamba ışığının altında sabahlara kadar oyalar örüyor, çeyizler hazırlıyormuş.
Ama çok geçmemiş ki, mahallede bir “dedikodu” yayılmış.
Genç kadının nişanlısı avukat değilmiş, ipsizin biriymiş, üstelik cami önlerinden tabut taşıyarak karnını doyuruyormuş.

***

Genç kadın alt üst olmuş. Babasını da yanına alarak çarşıya inmiş. Uzaktan izlemiş, gerçekten de nişanlısı tabut taşıyormuş.
Genç kadın kendisine “yalan söylendiğini” düşündüğü için yıkılmış. Derhal nişanı atıp ayrılmış.
Aradan beş yıl geçmiş.
Genç kadın başka bir erkekle evlenmiş, bir de çocuğu olmuş.
Yıl olmuş 1924.

***

Artık Türkiye özgürlüğüne kavuşmuş, Cumhuriyet kurulmuş, demokrasi her geçen gün insanların hayatını “değiştirmeye” başlamış.
Genç kadın bir gün Beyoğlu’nda gezerken, avukat olduğunu söyleyen, ama tabut taşırken gördüğü eski nişanlısıyla karşılaşmış.
Oğlu da yanındaymış.
Eski nişanlısı genç kadını görünce titremiş, ceketinin düğmelerini ilikleyip “saygı” göstererek önünde durmuş.
“Vaktiniz varsa size bir çay ikram etmek isterim” demiş genç kadına.
Genç kadın biraz da merak içinde,
“Olur” demiş. Birlikte yan taraftaki iş hanının birindeki büroya gitmişler. Büro genç adamınmış ve kapıda adı yazıyormuş. İçeride yardımcıları harıl harıl çalışıyormuş.
Genç kadın merak içinde, “Siz gerçekten avukat mısınız?” demiş.
“Evet” demiş genç adam.
Genç kadın büyük bir şaşkınlık içinde, “Peki, avukatsınız da neden cami önlerinden tabut taşıyordunuz?” diye sormuş.
Genç adam durmuş, başını öne eğmiş.
“Beni affedin” demiş. “İstanbul işgal altındaydı, Her taraf İngiliz askeri kaynıyordu. Her şeyi didik didik arıyorlardı. Biz de Anadolu’ya, Milli kuvvetlere ancak, cenaze süsü vererek tabutlarla silah kaçırıyorduk. Bu ülke için yaşamsal bir işti. Bunu size bile söyleyemezdim...”

***

Kıssadan hisse;
Siyasiler hakkında “iddiaya girmek” yerine, yaşananlar “işgal altında” bir ulusun çırpınışı mı, yoksa “çıkar çatışması” mı anlamak gerek.
Onun için de okumak, araştırmak.
Her taşınan “özgürlük” değildir...