Çağdaş Çin edebiyatının güçlü bir örneği, bu kez dünyanın damından geldi. Tibetli yazar A Lai’nin Türkçeye çevrilen ilk romanı 'Toz Duman Dağılınca', geçen yüzyıla ışık tutan bir başyapıt olarak kabul ediliyor
2012 yılında Nobel Edebiyat Ödülü kazanan Mo Yan, İri Memeler ve Geniş Kalçalar, Kızıl Darı Tarlaları, Yaşam ve Ölüm Yorgunu gibi yapıtlarıyla ülkemizde çok sevilmişti. Şimdi, Türkiyeli okurlar Mo Yan'dan sonra Çince edebiyatın bir başka çağdaş temsilcisi Tibetli A Lai ile tanışacak. Everest Yayınları, yazarın yapıtlarını yayımlamaya, edebiyat otoritelerince başyapıtı sayılan 'Toz Duman Dağılınca' adlı romanıyla başladı. Eseri çevirmenler Giray Fidan ile Tang Guozhong dilimize kazandırdı.
ŞİİRSEL BİR DİL
A Lai ya da başka adlarıyla Alai, Ah-Lai, 1959 yılında Tibet'in Sichuan bölgesinde doğdu. 1980'lerin sonlarına doğru roman ve öyküye yönelmeden önce şairliğiyle edebiyat çevrelerinde tanınan A Lai, 2000 yılında 'Settling Dust/After the Dust Settled' adlı romanıyla 'Mao Dun' edebiyat ödülünü kazandı. Şiirsel dili ve Tibet kültürünü derin bir gözlem gücüyle yansıtmasıyla dikkatleri üzerine çeken A Lai, küçük bir Tibet köyü Jicun’da geçen ve birbirine bağlı altı küçük öyküden oluşan ikinci romanı 'Empty Mountain' ile edebiyat çevrelerinde kendine sağlam bir yer edindi. Sichuan Yazarlar Derneği'nin başkanlığını da yürüten A Lai, 1998 yılında Chengdu merkezli bilim kurgu dergisi Science Fiction World’ün baş editörlüğünü üstlenmiş ve bu dergiyi dünyadaki tüm bilim kurgu dergilerinden daha çok satan bir yayın haline getirmişti. Öte yandan yazarın doğup büyüdüğü ve yapıtlarında zengin kültürünü yansıttığı Tibet, tam 73 yıl önce Çin tarafından ilhak edilmişti. Özerk bölge statüsündeki Tibet’in Çin ile yaşadığı sorunlar hâlâ devam ediyor.
HAŞHAŞ VE KITLIK YILLARI
Kıtlık, geçen yüzyılın sadece Çin için değil hinterlandı için belirleyici olmuştu. 'Toz Duman Dağılınca', A Lai’nin komünist Çin’in istilasının hemen öncesinde, büyük bir açlık sınavı veren Tibet halkına ve 20'nci yüzyıla nostaljik bir saygı duruşu olarak değerlendirilebilir. İronik dili ve sahici öyküsüyle dikkat çeken yapıtın konusu ise şöyle: Romanın anlatıcısı ve başkahramanı ‘aptal’, zengin derebeyi Maiqi Beyi ile bir Han kadınının oğludur. ‘aptal’ romanın ilk sayfalarında kendini şöyle tanıtır; “Maiqi beyinin yönettiği topraklarda, ikinci karısından doğan oğlunun aptal olduğunu bilmeyen yoktu. O aptal bendim. Annem hariç hemen herkes beni olduğum gibi severdi. Akıllı doğmuş olsaydım burada oturup bir fincan çay içerken çılgınca şeyler düşünecek kadar yaşayamazdım… Hayatımı isteyerek bir aptal olarak geçirmekten mutluydum…”
En yakınlarına varana kadar herkes ‘aptal’ı dünyadan bihaber yaşayan, zararsız ama ciddiye de alınmayacak biri olarak görür. Çevresindekilerin önyargılı bakışına rağmen o, müthiş sezgisiyle inanılmaz işlere imza atacak, bir üyesi olduğu beyliğin kaderini tayin edecektir. Paragöz derebeyleri topraklarının her karışını haşhaş ektiği dönemde o, ailesinin topraklarına ısrarla buğday ekecek, ailesi ve köylülerini kıtlıktan kurtardığı gibi Maiqiler’i buğday ticaretinin adeta tekeli haline getirecektir. Bir gün bir başka başarılı iş sonrasında, ülkenin ilk sınır pazarını kurmaktan dönen ‘aptal’, korkunç bir miras kavgasının tam ortasında bulur kendini. Kanlı entrikalar, tuzaklar, büyüler, yalanlar ve iktidar hırsı herkesi bir bir felakete sürüklerken ‘aptal’ o müthiş sezgisiyle ayakta kalmayı başarabilecek midir?
A Lai, her sayfasında hissettirdiği güçlü ironisi ve anlatım gücüyle ilmek ilmek işlediği destanında insanlık, iyilik, kötülük, aptallık ve zeka kavramlarına dair ezberlerimizi bir kez daha elden geçirmemizi isterken benzersiz bir okuma şölenine de davet ediyor.
Yıllar sonra yeniden Zenon
Küçük ama inanılmaz güzellikteki 'Doğu Öyküleri'nin ve en az onun kadar ender güzellikteki 'Hadrianus'un Anıları'nın yazarı Marguerite Yourcenar'ın uzun yıllardır baskısı yapılmayan romanı 'Zenon', Müntekim Ökmen çevirisiyle yeniden basıldı. 1968 yılında ilk kez oybirliğiyle Femina Ödülü’nü kazanan kitabın bu edisyonuna, yazarın eserin yazılma sürecindeki not defterlerinin resimleriyle özel notu da eklenmiş. Yer yer Umberto Eco romanlarının andıran havasıyla Zenon, ortaçağın siyasi çalkantılarla geçen simyacılar ve mezhep savaşçıları döneminde geçen öyküsüyle tarihi roman tutkunlarını hiç hayal kırıklığına uğratmayacak eşsiz bir dönem romanı. Zenon ilk kez 1985 yılında Adam Yayıncılık tarafından basılmıştı.
**
Sevmediğin bir dile ve ülkeye sığınmak
Macar yazar Ágota Kristóf, 1956 yılında ülkesinin en çalkantılı günlerinde eşi ve çocuklarıyla birlikte Macaristan'ı terk etmiş ve İsviçre'ye sığınmıştı. Kristóf, alelacele kaçarken sadece şifreli yazılarını, tuttuğu hatıra defterini ve ilk şiirlerinin değil anne babasıyla kardeşlerini geride bırakmak zorunda kalmıştı. 20'nci yüzyıl Macar edebiyatının ünlüyazarı bu ülkede yayımladığı 'Okumaz Yazmaz' adlı eseriyle dünya çapında bir üne kavuşmuş ancak hep bir kimlik ve aidiyet sorunu yaşamıştı. Yaşamını emanet ettiği ülkenin ne dilini ne de yaşantısını tek bir gün bile benimseyemeyen yazarın bu deneyimlerini eserlerinde de görmek mümkün. Yazar, tek otobiyografik bu eserinde ise ülkesindeki mutlu yıllardan, savaş sonrası yoksulluk döneminden, Stalin’in ölümünden, sürgünden ve nihayet mutsuz Lozan yıllarından söz ediyor.
***
Yenilmez yine uzayın derinliklerinde!
Bilim kurgunun filozof yazarı Stanislav Lem'in klasikleşmiş romanı 'Yenilmez', yeni baskısıyla vitrinleri süslemeye başladı. Ünlü Polonyalı yazar, birçok yapıtında olduğu gibi evrim teorisinden etkilenerek kalemi aldığı bu romanında canlıların her zaman daha güçlü varlıklara evrilmeyeceğine vurgu yapıyor. Romanın konusu şöyle: Yenilmez, kayıp kruvazör Kondor’u aramak üzere Regis III adındaki gizemli bir gezegene iniş yapıyor. Dev kruvazörün mürettebatı, kardeş geminin akıbetini öğrenmek isterken gezegenin sakinleriyle çatışıyor. Romanın merkezinde ise şu muamma gizli: “Kim bilir evren, içinde böyle daha kaç inanılmaz ve insan kavrayışına yabancı olgu gizleyebiliyordur!
***
Arnavutluk'tan bir gelenek öyküsü
Yapıtları 45'den fazla dile çevrilen Arnavut edebiyatının Mar Booker ödüllü yazarı İsmail Kadare, 'Kırık Nisan' adlı romanında Balkanlar'ın yüzlerce yıllık geleneğinin gölgesinde bir şiddet ve intikam öyküsü kuruyor. Arnavutluk dağlarının yüzlerce yıllık töresi gereği ağabeyinin katilini öldürüp kanını yerde bırakmayan Corg Berişa, artık bir sonraki törenin olası kurbanıdır. Kan parasını ödemek için yollara düşen Berişa'nın yazgısı, balayı için dağlara çıkan ünlü yazar Besian Vorpsi ve karısı Diana ile kesişir. Kader, birbirinden farklı üç insan için örecektir ağlarını. Sonrası, dökülen kanlar, sisler içindeki görünmez ellerce yüzyıllardır teklemeden döndürülen Kanun çarkları, dağların koyaklarında ölmeyi ve öldürmeyi bekleyerek dolaşan gençler, kırılan kalpler ve solan hayatlar.
***
Karayipler'den egzotik bir Naipaul serüveni
Hint asıllı Karayipli yazar Vidiadhar Surajprasad Naipaul, kaleminin gücüyle değilse de siyasi görüşleriyle her zaman bir tartışma konusu olmuştur. Özellikle Doğu ve doğulu insana dair görüşleri İslam dünyasında büyük yankı uyandırmıştır. 2001 yılında Nobel edebiyat ödülünü alan Booker ödüllü yazarın romanları artık Alfa Yayınları markasıyla yayınlanıyor. Naipaul, 'Yarım Hayat' adlı romanında bizi, alt kastlara mensup bir anne ile dünyayla kavgalı bir babanın çocuğu olma bahtsızlığına uğramış Willie Chandran'ın serüvenine götürüyor. Yazarın romanlarında yarattığı kasvetli dünyaların bir benzerine tanıklık edeceğimiz yapıtta Willie'yi, hem dünyada kendine sabit bir yer edinmek için çırpınırken hem de her yerden her şeyden uzak bir yere kendini ışınlamak isterken izliyoruz.
***
Sosyalist baba ile hedonist amca arasında
Yedi kez Nobel Edebiyat Ödülü'ne aday gösterilen Aldous Huxley, özellikle felsefe ile bilim kurguyu, iyi edebiyatla harmanlayabilen çok özel bir yazardı. 'Cesur Yeni Dünya', 'Algı Kapıları' ve 'Ada' başta olmak üzere 50'ye yakın kitabıyla hem çağdaşlarını hem de sonraki kuşaklarda yetişen yazarları derinden etkiledi. Huxley'in 'Zaman Artık Durmalı' adlı romanının konusu şöyle: Sosyalist babasıyla geçinemediği için tatilini Floransa'da geçirmeye karar veren genç Sebastian Barnack, tarihi şehirde iki zıt karakterle tanışacaktır. Bir yanda manevi dünyaya dair getirdiği yorumlarla, kendince bir bilgeliğin ışıltılarını taşıyan kitapçı Bruno Rontini, öte yanda onu hayatın hazlarıyla tanıştıran ateist amcası Eustace. Acaba delikanlı kendini bu farklı yönden esen rüzgarlardan hangisine bırakacaktır.
***
Saer'den bir göç ve sürgün alegorisi
Arjantin'in dünya edebiyatına sunduğu en ünlü çağdaş yazarlardan Juan José Saer, 'Bulutlar' isimli kitabıyla bu kez okurunu Arjantin'in uçsuz bucaksız pampalarında geçen bir maceraya davet ediyor. 1804 yılıdır. Paris’teki öğrenim hayatını yeni tamamlamış genç psikiyatrist Real'i büyük bir sınav beklemektedir. Doktor, beraberindeki beş akıl hastası ve kendilerine eşlik eden küçük muhafız birliğiyle Buenos Aires’in kuzeyinde inşa edilen Akıl Hastanesi’ne ulaşması gerekmektedir. 15 gün sürmesi planlanan yolculukta kafile, Kızılderili saldırıları, büyük çöl fırtınaları ve yangınlar gibi afetlerin yanı sıra akıl hastalarının aşırılıklarıyla sınanır. Bu zorlu yolculuğu, öykünün anlatıcısı Doktor Real, tam 30 yıl sonra kağıda dökecektir. 'Kimsesiz' ve 'Yara İzleri' romanlarından da tanıdığımız Saer’in kaleminden bir göç ve sürgün alegorisi.