Bu köşe yazımda ülkemizin entelektüel bir bilim adamı ve aydın bir yazarı Prof. Dr. Halil Çivi hocamızla soru cevap söyleşisi içinde birlikte olduk. Türkiye'nin tarikat ve cemaat gerçeğini konuştuk. Sevgili okurlarım, dinciliğin, dinsel çıkarcılğın en tehlikelisi toplumdaki din, mezhep farklılıklarını çıkar ve siyasi malzeme aracı yapıp, insan haklarını din ve vicdan özgürlüğünü gözardı edip, toplumsal barışı bozmaktır. Batı bu tür din ve mezhep çatışmalarını 300 yıllık aydınlanma savaşı ile ancak geride bırakabilmiştir. Hiç unutulmamalıdır ki vahyin kaynağı da, aklın kaynağı da aynıdır. Çağdaş devletler, laiklik, temel insan hakları ve demokrasinin bir gereği olarak tarikat ve cemaatleri siyasal iktidar, devlet organları ve politikaları dışında bırakmışlardır. Bizde de aynısı olmalıdır. Amerika'yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Şimdi Türkiye'nin cemaat, tarikat gerçeğini ortaya koyacağız.
Sayın hocam ilk sorum şöyle: Tarikat ve cemaate ait yurtlar ve öğrenci evlerinin var olma amacı nedir? Bu yurtlar ve evler neden denetlenemiyor?
Resmin büyüğüne bakmak lazım. Resmin büyüğü şudur: Türkiye'yi 1950'lerden beri yöneten sağ siyasi iktidarların T.C. Anayasası'nın, laiklikle ilgili, değiştirilemez ve değiştirilmesi bile önerilmez maddelerindeki düzenlemeleri sulandırmaları ya da görmezden gelmeleri.
1789 Fransız İhtilali'nden, yani Avrupa'daki halk iradesine dayalı parlamenter demokrasiler ve ulus devletlerin kurulmasından önceki iktidar olma yetkisinin kaynağı beşeri değil tanrısaldı. Krallar, sultanlar, padişahlar halklarını din- Tanrı adına yönettiklerine inandırmışlardı. Kral, sultan ya da padişahlara karşı gelmek, Tanrı'ya ve dine karşı gelmek demekti... Halkın görevi, hem dini hem de kral ya da padişahı, malı ya da canı pahasına korumaktı.
Orta Çağ feodal teokratik devletlerdeki tarikat ve cemaatlerin görevleri de dini ve Tanrı'nın vekili olan kral ya da padişahları korumak, onlar için malları ve canları pahasına savaşmaya ve ölmeye halkı ikna etmekti.
Laiklik ve parlamenter demokrasi ile birlikte, iktidar gücünün kaynağı gökten yere indi. Egemenliğin tek meşru kaynağı halkın oyları yani milli irade oldu. Avrupa'daki mezhep, tarikat ve cemaatler devletten ve iktidardan ayrıldılar. Devletler laikliğin özüne uygun olarak dinden bağımsızlaştı. Çağdaş devletler artık tarikat ve cemaatleri devlet işlerinin, dünyevi iktidarın dışında tutuyor. Siyasiler cemaatleri finanse etmiyor. Tarikat ve cemaatler siyasilere oy taşımıyor.
Türkiye'deki laiklik anlayışı tam anlamı ve uygulama biçimi ile içselleşip yerleşemedi. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın varlığı, pratikteki mevcut tutum ve davranışları ile laikliğin yerleşip içselleşmesini zorlaştırıyor. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılamıyor. Devlet dine, din de devlete giderek artan oranda karışmaya devam ediyor...
Sayın hocam, ülkemizde Tarikat, cemaat ve devlet ilişkisi nedir? Devlet, cemaat ve tarikatlarla sarmaş dolaş mı?
Sosyolojik olarak, Türkiye'de sağ iktidarlarla tarikat ve cemaatler arasında simbiyotik yani karşılıklı bağımlılık ilişkileri var. Sağ iktidarlar tarikat ve cemaatlere, devlet kesesinden, yani halkın vergileri ile geniş maddi kaynaklar ve yasal destekler ve itibar sağlıyor. Tarikat ve cemaatler de halkın din duygularını sağ iktidarlar için seferber ediyorlar. Bu laiklik karşıtı ve akıl dışı sosyolojik ağ çözülmeden, yani devlet ve toplum tam anlamı ile laikleşmeden tarikat ve cemaat gruplarının toplumdaki faaliyetleri bitmez... Bunun için eğitim sistemi ve eğitim politikalarını laikleştirip, laik ve özgür bireyler yetiştirmek gerekiyor. Eğitim sistemi ve programlarını cemaatler eliyle düzenlemek işin vahametini daha da artırıyor. Evet, ülkemizde devlet ile cemaatler ve tarikatlar sarmaş dolaş.
Sayın hocam, dindar ve kindar nesli tarikatlar ve cemaatler mi üretiyor?
Anadolu'da, “At binicisine göre yol alır" diye bir atalar sözümüz vardır. Toplumların ortak karakterleri taşıdıkları ortak toplumsal zihniyetle ortaya çıkar. O toplumsal ortak zihniyetin günümüzdeki eğitim ve öğretimine en önemli olumlu ya da olumsuz katķılar devlet, daha doğrusu siyasi iktidarlar eliyle olmaktadır. Sevgi ekenler barış ve dostluk, kin ekenler de nefret ve düşmanlık biçmek zorunda kalırlar. Topluma hiçbir koşulda kin, nefret, cebir ve şiddet tohumları ekmek doğru değildir.
Eğitim sisteminin, bireylerin kendi ulusunu, yurdunu, bayrağını, milletini, devletini, sevmesini, kutsallarını korumasını öğretmesi doğrudur ve zorunludur. Ancak bu durum durup dururken başka uluslara ve onların kutsallarına düşman olmayı gerektirmez.
Aynı şekilde, laik demokrasilerde her bireyin temel insan hakları din ve vicdan özgürlükleri güvence altında olmalıdır. Fakat bu hak ve özgürlükler sadece çoğunluk etnisitesi için değil tüm etnik ve dinsel farklılıklar için de geçerli olmalıdır. Mustafa Kemal Atatürk'ün sözü ile söylersek" Yurtta barış, dünyada barış" gereklidir.
Bu konuda ülkemizde, çoğu zaman da siyasi iktidarlar ya da bazı kamu görevlileri eliyle kendi yurttaşlarına karşı bir çifte standart vardır. Yasalar eşit ve adil uygulanmamakta, kamu hizmetleri ve olanakları genellikle adil paylaşılmamaktadır. Bir ülkedeki, hak ve özgürlüklerin ve yasaların ayrım yapmadan tüm yurttaşlar arasında adil ve eşit kullanılmaması iç barışı tehdit eder. Ötekileştirme ve düşmanlaşmayı artırır.