Hasbel kader hayatına tanık olduğum biriydi Sibel. Bir süre ev işlerinde bana yardım etti.

Benden bir yaş kadar büyük, annem görüntüsünde ve üç torun sahibiydi.

“Bizim oralarda 14 yaşında kocaya kaçmazsan iyi gözle bakmazlar” derdi.

Onun oralar!

Taaa uzaklar, değil.

Şehrin göbeği Tepecik. Yeni adıyla Yenişehir ama isim değiştirmekle yeni olunmuyor, her şey eskisi gibi...

Sibel’in iki kızı da kötü gözle bakılmasın diye daha 14’üne varmadan kocaya kaçmış.

İkisinin de imam nikahlı eşi cezaevinde. Kızlar Denizli, Bursa gibi yerlerde iş bulmuşlar.

Çocuk bakıyorlar diyordu ama belli ki pavyondalar.

Üç torununa o bakıyordu.

Titiz, hanım, güleryüzlü Sibel bu kentin, bu hayatın öte yüzüydü benim için.

İçimi en çok acıtan da çoğu zaman yanında getirdiği adını taşıyan torunu küçük Sibel’di.

Sibel Can’ın esmeri gibi. Göbek atmada ondan da başarılı.

8 yaşındaki bıdık pek marifetliydi. Koca sokak köpeklerini denize atıp “pireleri temizlensin şimdik iki dakikada yıkayıveririm onları” deyişini unutmuyorum.

Yaşından onca kat becerikli bu dilbaz, okuma yazmayı çözemedi.

İnat ettim, kitaplar aldım.

Oyun düzeni kurduk, harfleri çalıştık.

Sırf heveslensin diye rengarenk elbiseler alındı, söktüğü kelimeler için ne rüşvetler, neler, neler verildi.

Ama çocuğa kızamadım.

Çünkü ne zaman sorsam İzmir’in göbeğindeki okulunda öğretmen yoktu.

Bir boşvermişlik, bir baştan savmalık her seferinde beni sinirden kızartırdı.

Öğretmen hasta, müdür izinli, öğretmen şehir dışında hep mi bir bahane olur.

Masus yapıyorlar derdi Sibel; “Bizim oraların insanları hoca moca dinlemiyor korkutuyor onları. Veliler tüm gün okulda. Çocuklar okuma yazmayı bilmez ama hepsi pekiyi ile geçer.”

Sonra da gülümserdi; “kolaysa zayıf versinler.”

ATEŞTEN GÖMLEK

Sadece Tepecik civarı değil. Diğer birçok semtin de kendine özgü sorunları var.
Dizboyu yoksulluk, gelenekler, alışılmışlıklar, göze çarpan eşitsizlikler, haksızlıklar.

Diyeceğim o ki gecekondu, varoş ya da dar gelirli semtler.

Adına ne derseniz deyin, oralara dokunmak, öyle romantik sevimli bir arzu buketiyle olmaz.

Tahayyülü bile sorumluluktur.

Villanda yaşar, yüksek yaşam standartlarını sürdürürken, dizboyu gerçeğin arasına havari kılıklı cümlelerle girilmez.

Şimdilerde belediye başkan adaylarımız moda gibi “Dar gelirli semtlerimize dokunacağız, varoşların sorunları önceliğimiz olacak” diyor ya.

İyi niyetlerinden, samimiyetlerinden eminim, o vaatlerin hangi derinliklere saplandığından bihaber olduklarına emin olduğum kadar...

Bu ülkenin, bu kentin arka sokakları birer ateşten gömlek.

Ha dokunuyormuş gibi yapabilirsiniz, bugüne değin çok yerel yönetici öyle yaptı.

Arada bir kahvelerine uğrayıp çaylarını içti, yandaş olur mu hesabıyla yoksul ailelere erzaklar seçimlere meyilli gitti.

Ama gerçekten eğilmekse niyetiniz, bu kentin varoşlarına, yoksuluna merkezden daha fazla ağırlık vereceğim diyorsanız işiniz zor efendim.

Ve bunu kentin çeperlerinden merkezine teleferik kurarak yapamazsınız.

Ya gökdelenlerin arasına sıkışmaya başlayan yoksulluk ve yoksunluğu malzeme yapmayınız ya da ateşten gömleği giymeye hazırlanınız.

Sibeller mi? Bir süredir görmüyorum ama az kaldı zaman yaklaşıyor. Yakında derler “Küçük Sibel de kocaya kaçtı...”