Parti sözcüğü bize Fransızcadan geçme. Fransız sözlükleri onu kısaca şöyle tanımlıyor: Başka partilere göre ayrı, kendi içinde aynı düşünce temelinde birleşen siyasal topluluk. O dilde eşsesli başka sözcükler de var, ama kökenleri ve anlamları değişik: Örneğin bizde kullanılan “eğlence partisi” de onlardan biridir.
Bir siyasal parti içindeki temel düşünce ayrılığı o partinin bölünmesi; başka bir partiyle aynı temel düşünceyi paylaşması ise kendi varlığına son vererek o partide bütünleşmesi anlamını taşır. Örneğin ikibinli yılların başında Saadet Partisi içinden belirli sayıda milletvekili çıktı, “yenilikçiler” adı altında ve de “gömlek değiştiriyoruz” diyerek oradan ayrıldı, sonra da AKP’yi kurdu. Anavatan Partisi de kendisini kapatarak Demokrat Parti’yle birleşti, vb. bütün bunlar doğal gelişmelerdir.
Buna karşılık bir partinin kendi adını koruyarak bütünüyle başka bir partiye kapılanmasının tanımı yok.Yeryüzünde “parti içinde parti” diye bir şey ne görülmüş ne de duyulmuştur. Ama bizde oluyor: MHP Genel Başkanı bay Bahçeli, Reis’e yönelik övgü dolu çıkışlarıyla onun bütün düşünce ve uygulamalarını paylaşmaya başladı. Daha ilginci, iktidar partisinin önde gelen ve sözü dinlenen üyesiymiş gibi, en köktenci önerilerde bulundu ve de, barajı düşürmek dışında, dediğini yaptırdı.
Nitekim, Anayasanın ilk dört maddesinden biri olan “Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti” ilkesini gözardı ederek tesettürün her ortamda kullanılmasını ve parlamentoyu büyük ölçüde etkisizleştiren tam yetkili başkanlık sistemine geçilmesini yüksek sesle öneren Bahçeli oldu. Bunu da başardı.
O şimdi KHK’lerin de en ateşli savunucusudur. Önceleri, elini kolunu havaya fırlatarak iktidara yönelttiği çok sert eleştirilerini, kendisi gibi muhalefet konumunda yer alan CHP’ye çevirdi. AKP adına Abdullah Gül’e kılıcını çeken ilk “kahraman”da o oldu. Ne var ki bu destekten büyük mutluluk duyan iktidar, onu yanına almakta pek istekli görünmüyor. Kısacası Bahçeli, AKP’den çok AKP’li, kraldan çok kralcı, yandaştan çok yandaş gibi öne atılan bir “ülkücü”!
Nitekim bu gelişmelere karşı en çarpıcı eleştiriler “yandaş” bilinen kalemlerden gelebiliyor. Örneğin Erdoğan’ın eski danışmanı, AA’nın eski Genel Müdürü, şimdiki Yeni Şafak yazarı Kemal Öztürk, 27 aralık 2017 günlü yazısında, bir tür özeleştiri yaparcasına, şöyle diyor: “AK Parti OHAL krizini yönetmekte zorlanıyor (…). “Bir de şunu merak ediyorum: Abdullah Gül hükümet icraatları hakkında her konuşmasında, neden Devlet Bahçeli hemen ortaya atılıp Gül’ü eleştiriyor? Bahçeli hükümet sözcüsü oldu da haberimiz mi yok?” (…). “AK Parti neden bu konuda ısrarla ayaklarına kurşun sıkıyor anlamış değilim”.
Bu olayda iki şey söz konusu olabilir. Bir: Adındaki “Milliyetçi” sözcüğüne karşın, MHP özünde dincilik yanı ağır basan bir partidir. İki: Bahçeli güçlü muhaliflerini, her türlü yola başvurarak partiden koparınca, onlar da yeni bir oluşuma yöneldi, göründüğü kadarıyla MHP tabanından ve daha geniş bir kitleden destek alarak partileşti. Bu gelişme karşısında, MHP’nin %10 barajını aşması tehlikeye girince, “denize düşün yılana sarılır” diyerek, AKP’ye sığınmayı yeğledi: Hiç değilse milletvekili seçilebilmek için!
Oysa partiler ya muhalefette, ya iktidardadır: Muhalefetteyken işlevleri, tanımı gereği, iktidara karşı “muhalefet” yapmaktır.
MHP ise, kendisini “yandaş parti” konumuna taşıyarak parlamenter demokrasi anlayışında bir ilke imza attı!