“Gazi Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in bu ve bundan sonraki iki gelişindeki tüm ziyaretlerini teker teker biliyoruz. Çünkü, 1 Kasım 1931'den sonrası için 'Atatürk'ün Nöbet Defteri' elimizdedir.”
(Atatürk ve İzler. Şadan Gökovalı ve ark. İGC Yayını, İzmir 1981)
Bilmeyene şaşırtıcı gelebilir: 1 Kasım 1931 tarihinden itibaren her gün Atatürk'ün “Nöbet”i tutulmuş. Her sabah kaçta kalktığı (genellikle öğleye doğru) bir bir yazılmış. Nöbet zabıtlarının yer aldığı onlarca defter, üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar tarafından, araştırmacı yazar Özel Şahin Giray'a verilmiş; o da bunları “Atatürk'ün Nöbet Defteri” adlı tek ciltte toplayarak yayınlamış (Ankara 1955)
Ben, Atatürk'ün doğumunun 100. yılı dolayısıyla İGC adına “Atatürk ve İzmir” kitabımı hazırlarken AND'den çokça yararlandım. AND'da dikkatimi çeken hususlardan birisi, başlangıçta nöbeti, uzun süre M. Celal ile Naşit'in birer gün arayla, sonraları ise Naşit, Cevdet (Tolgay) ve Şükrü'nün üçer gün arayla tutukları. Sayıya vurursak, en çok “nöbet” tutmuş isim olarak Cevdet Tolgay çıkıyor karşımıza. ( Ek not: Atatürk'ün durumunun ağırlaştığı günlerle, ölümüne yakın günlerde Nöbet devir teslim tutanağına “Boş” yazılmış. Bu tarihsel belgede, Türk dilinin zaman içinde geçirdiği değişiklikler de açıkça gözlenebiliyor.
Atatürk'ün nöbetini en fazla tutan Cevdet Tolgay, yaşamın son yıllarını İzmir'de geçirmişti. (Ölm:1993). Bu muhterem zatı ben de tanımış, ellerini öpme fırsatı bulmuştum. Ama, mahir bir diş hekimi olduğu kadar iyi bir yazar olduğunu bildiğim Efe Erginar, kendisi ile uzun söyleşi yapmıştı. Gazetem 9 Eylül'de, öğrencim Saadet Erciyas, Efe ile son kitabıyla ilgili röportaj yayınladı. İlk fırsatta, bana hiç de uzak olmayan Yakın Kitabevine koştum; kitabın mevcudu tükenmişti. Aynı günün akşamı, Efe'nin oğlu Dr Emrah Erginer, nişan şekeri gibi bir çıkınla geldi. Evet, beklediğim kitaptı: “Yaverinin sesinden BİR BAŞKA ATATÜRK”. Her zaman yaptığım gibi, kitabın rastgele bir sayfasını açıp mürekkebini kokladım. Kitap, yaklaşık 180 sayfa. Çeviriliyorum sayfaları:
Hanri Benazus'un “Demek ki Yalnız Değilmişiz” başlıklı sunuşu, yazarın “Önsüz”ü, “İlahi Şiir”, “Başlatken” girişlerinden sonra, Efe'ye bu nehir söyleşiyi veren Cevdet Tolgay'ın yaşam öyküsü...
Efe tarihsel şahsiyet Cevdet Tolgay ile söyleşiyi, 9 Haziran 1987 tarihinde, Tolgay'ın İzmir Alsancak'taki evinde gerçekleştirmiş. Yazarımız, efendice ve yerinde sorularla, Tolgay'ın söylemek istediklerini söyletmiş. Cevdet Bey, daha söyleşinin başında, Mustafa Kemal'in, Halep'te iken Ali Fuat Cebesoy'a şöyle dediğini aktarıyor:
“Padişah artık kendi tahtını düşünecektir. Bundan sonra Millet artık kendi haklarını kendisi savunacaktır. Bizim ve Ordu'nun ona yol göstermemiz lazımdır.” Artık Mustafa Kemal, Ali Fuat ve yol arkadaşlarının ortak söylemi şudur:
Bir olayı ne kadar araştırısanız araştırın; içinde yaşamış olan net bilgilere erişmeniz kolay olmaz. İşte, hep Atatürk'ün tanında olan Cevdet Tolgay'ın Efe'ye aktardıkları bu bakımdan çok önemli. Şadan kulunuzun fakir kitaplığında Atatürk'ün yazdığı veya hakkında yazılan 1000 (bin) kadar kitap vardır. Bunları çeşitli kitaplar hazırlarken, makale, radyo programı ve TV belgeseli hazırlarken kaç kez gözden geçirmişimdir. Efe'nin Tolgay ile söyleşisinden bir çok yeni şey öğrendim. Cevdet Tolgay'ın ilk yavarliği Ağrı Tüman Komutanı Ferhat Paşa ile olmuş. Kendisi Ağrı'da (Karaköse) görevde iken gelen bir telgrafla Atatürk'e yaver olarak atandığını öğrenir. Kendisi anlatıyor:
“Sabahleyin telgraf geldi, ben palas pandıras hazırladım, yola çıktım. At üzerinde, orada burada kalarak Erzurum'u bulduk. Erzurum'dan kamyona bindik, İstanbul'a geldik.”
İşte böyle başlamıştır büyük macera. Sonrası, her biri Atatürk'ün yaşamından altın kesitler. Atatürk'ün sofrası nasıldı? Orası bir sarhoş muhabbeti yeri miydi, Gezi, masadakilerden daha fazla mı içerdi? Sofrada ne konuşulurdu? Bunları öğreniyoruz bir bir. Cevdet Tolgay, Atatürk'ün son güçlerine değin anılarını -besbelli yüreği sızlıya sızlaya- anlatıyor:
“İstanbul'a döndükten sonra Atatürk'ün sıkıntıları artıyor. Bir çocuğun oyuncağını beklediği gibi beklediği Savarona Yatında belki biraz rahatlar diye oraya geçiyor. Yat, Marmara'da başlıyor turlamaya. Boğazdan Karadeniz'e bakıyorlar, sonra dönüp Yalova'ya kadar gidiyorlar. Hava sıcak mı sıcak... Atatürk'ün yattığı bölümü serinletebilmek için, çinkodan, uzun büyük kaplar yaptırıp içine büyük buz kalıplar koyaraç havayı biraz serinletebilmenin yollarını arıyorlar, ama olmuyor. Atatürk'ün sıkıntıları sıcaklarla beraber daha da artıyor. En nihayet, Dolmabahçe Sarayına dönmeye karar veriyorlar ve dönüyorlar.” ( E. Erginer'in kitabı, s. 165)
Atatürk'ün bir sözü vardı
Yediveren gül gibi açardı
Atatürk'ün bir atı vardı
Etilerden beri yaşardı
Atatürk'ün bir resmi vaardı
Buğday tarlası gibi ağardı
Atatürk'ün bir saati vardı
Durmadı
(Melih Cevdet Anday)