İnsan kendini sevmeli ama biz her şeyi olduğu gibi bunu da abartıyoruz. O kadar çok kendimizi seviyoruz ki başkalarını görmüyoruz. “Hep bana, hep bana” derken karşımızdaki insanların neye ihtiyaçları var bilmiyoruz. Birlikten güç doğduğunu unutalı çok oldu. Bunu yapan sadece bireyler de değil. Büyük topluluklar, halk kitleleri ve hatta devletler…
Eminim aklınıza yüzlerce örnek gelmiştir ama Bingöl’den küçük bir örnek… Şehrin, Genç ilçesine bağlı Yazkonağı köyü Örtülü mezrasında yaşayan vatandaşların 10 yıldır evlerine elektrik getirme çabaları sonuçsuz kalmış. Belli ki ilçe merkezine 19 kilometre, elektriğin ana hattına 660 metre uzaklıkta yaşayan bu insanların daha önceden de elektriği yoktu. Bu devirde elektriksiz bir yaşam düşüne biliyor musunuz? Ortamları, gelişmiş ülkelerin belgesel kanalları için biçilmiş kaftan. Kamerayı dayayıp Anadolu insanının elektrik olmadan bir Afrika kabilesi gibi nasıl yaşadığını çok rahat anlatabilirler. Sonra sizin bir iş adamınız “Hem ülkeye döviz girdisi olsun hem de para kazanayım” diyerek bir Amerikalı ile iş toplantısına oturduğunda karşısındaki ona, “Evet, Türkiye’yi biliyorum. Sizde hala elektriğin gitmediği yerler varmış. İstediğim ürünleri üretebilecek misiniz?” diye bir soru sorabilir. Dahası sırf bu yüzden alacağı işi alamayabilir.



Neyse, köylü de bakmış ne gelen ne giden var, “Bari kendi elektriğimi kendim üreteyim” demiş. Satın aldıkları güneş enerjisi panelleriyle güneş enerjisinden kendi elektriklerini üreterek ihtiyaçlarını gidermeye başlamışlar. Güneş enerjisini elektrik enerjisine çeviren panelleri köye getirip sistemi kuran mezra sakinleri, artık ürettikleri enerji ile temel ihtiyaçlarını karşılıyor.
Aslında benim korkum iş adamının masada işi kaybetmesinden çok, Örtülü mezrasında yaşayanlara bir gün maddi ya da manevi ceza kesilmesidir. Eee tabi Aziz Nesin belki aramızda değil ama yeni yazarlara malzeme yaratmak gerektiğini düşünen; en üst düzey zekalı, en üst düzey görevlilerden biri, en üst düzey koltuklardan birine sahip olabilir…
Peki onlar üretebiliyor da diğer köylerde, kasabalarda, şehirlerde yaşayanlar neden kendi elektriğini üretmesinler?
Nükleer santralden ağızları yanan Japonların evlerinin çatılarında, güneş paneli uygulamaları görmek mümkün... Kendi enerjilerini kendileri üretiyorlar. Biz, 3. nükleer santrali Trakya’ya yapmaya karar verirken, dünyanın en büyük tüketici elektroniği üreticisi olan Panasonic, Japonya'da binaların çatılarına güneş enerjisi panelleri kurarak, devlet desteğiyle de elektrik enerjisi üretiminin daha da yaygınlaştırılması için projeler üretiyor.
Japon hükümetinin yakın zamanda onayladığı 20.9 GW'lık yeni güneş enerji santralleri projesi, 2020 yılına kadar ülkedeki bazı nükleer santrallerin yerine geçecek kapasitede temiz enerji üretimi planını oluşturuyor. Japonya'da güneş enerjisinden üretilen elektriği devlet, bireysel üreticilerden 1 kilowatt'ı 38 cent gibi yüksek bir rakam karşılığında satın alıyor. Bu destek, yatırım maliyetini zaman içinde amorti etmeyi amaçlıyor.
Türkiye’deki nükleer santral en çok Çin’in işine yarayacak. Çünkü santrali Çinliler kuracak. Peki Çin kendi ülkesine yeni bir nükleer santral yapmayı planlıyor mu?
Oysa Türkiye, güneş enerjisi bakımında çok verimli bir ülke… Özellikle ülke olarak paraya çok ihtiyacımız olan şu günlerde, neden bu yükten kurtulmayalım, elektrik faturaları ile uğraşalım?

***

Bu arada belirtilmesi gereken bir nokta da rüzgar santralleri ile ilgili. Tamam, rüzgar santralleri güneşten sonra en verimli enerji kaynağımız. Ama rüzgar santrallerini dağların, tepelerin üzerine çıkarmak için yol açmak adına neden ağaçlar kesilir? Onları kesmeden yol açmanın başka yolu yok mudur? Bu ve giderek artan betonlaşma nedeni ile sürekli yeşil alanlarımızı kaybediyoruz.
Biz doğal yaşamı yok ettikçe, ağaçları kestikçe doğa da bunun acısını yine insanlardan çıkarıyor. Yaşanan doğal afetlerin nedeni budur. Hava durumunda yaşanan büyük değişikliklerini sebebi bizim, betonlaşmayı giderek artırmamızdır.
Kendimizle yüzleşmezsek, bir gün tüm bu yaşananların sonuçlarını göreceğiz. Kendimizle yüzleşmezsek, kusurlarımızı göremeyeceğiz. Kendimizle yüzleşmezsek, bir gün gelecek nesillere bıraktığımız dünyanın yaşanılabilir olmadığını fark edeceğiz.
Kendimizle yüzleşmezsek, jeton düştüğünde umarım çok geç kalmamış oluruz.
Aslında “Yüzleşmek” adlı bir tiyatro oyunundan bahsedecektim ama ortaya bu yazı çıktı. Boşuna dememişler “Neye niyet, neye kısmet…”
Kısmetiniz bol olsun…