Milletimiz 26 Ağustos-9 Eylül 1922 tarihleri arasında, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasını altın harflerle tarihe kazıdı. 1. Dünya Savaşı sonrası imzalanan Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması bir anlamda, ülkemizin siyasi olarak yok oluşunun belgeleriydi. Bu yok oluşa karşı duran ulusal irade Atatürk’ün şahsında vücut buldu ve Amasya Genelgesi'nin yayınlanması sonrası yapılan Erzurum ve Sivas Kongreleri ardından 23 Nisan’da TBMM’nin açılması ile doruğa çıktı. Ancak, bu siyasi kararların hayatiyet kazanması, 1. ve 2. İnönü savaşları, Sakarya Muharebesi ve Başkomutanlık Meydan Savaşı ile ulusal bir destan yaratıldı. Bu zafer ile tarihimizde gördüğümüz en karanlık dönemden kurtulmuş ve ulusumuzun en küçük bireyinin dahi tarifi mümkün olamayacak özverilerinin ve azminin büyük yansıması olan bir varoluşu kucaklamıştır.
1922 yılına genel olarak bakarsak, Osmanlı tahtında Vahdettin vardı ve Sadrazam Ahmet Tevfik Paşa’dır. ABD’de iktidarda Wilson’ın yerine Cumhuriyetçi Warren Harding geçmiştir. Büyük Britanya’nın Başbakanı ise David Lloyd George’dur. Rusya’da Çarlık sonrası Vladimir İlyiç Lenin önderliğinde Sosyalist devrim gerçekleşmiş ve Lenin’in vefatı sonrası Josef Stalin iktidarı devralmıştır. Bütün ülkeler, 1. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan sosyal, siyasi ve ekonomik krizlerle boğuşmakta, Almanya, Versay Antlaşması'nın ağır yaptırımlarından sıyrılmaya çalışmakta, İngiltere, galip tarafta olmasına rağmen ekonomik kayıplarını telafi etmekle zamanını harcamakta, Rusya ve ABD ise kendi iç sorunları nedeni ile Avrupa politikalarından uzaklaşmış bir görüntü çizmektedir.
Başkomutanlık Meydan Savaşı'nın yapıldığı dönemde nüfusumuzu tam olarak belirlemek zordur. Çünkü, Osmanlı’da yeni asker gereksinimini karşılamak ve vergi toplamak amaçlı nüfus sayımları 1831, 1844, 1866 ve 1885 yıllarında yapılmış, Cumhuriyet döneminin ilk sayımı ise 1927 yılında gerçekleşmiştir. Bu sayımın sonucu 13.648.270’dir. Bu rakamın da 3.054.911’i Türkçe dışında dil konuşan etnik unsurlardan oluşmakta idi. Bu bilgilerden 1922 yılında nüfusumuzun 9-10 milyon bandında olduğunu söylemek mümkündür. Başkomutanlık Meydan Savaşı'nda, bu nüfusun en seçkin 2542’sini şehit verdik. Yaralı sayımız 9977 idi. 1443 gazimiz de yaşamlarını malulen devam etmek zorunda kaldı. Kurtuluş Savaşı'nda ise verilen şehit sayısı 9167, yaralı ise 31.173 idi. Bu rakamlar, 1. Dünya Savaşı ve Çanakkale savunmalarında 500.000’i aşan şehit ile 200.000 Gazi ve malul dışında 1.000.000 civarındaki esir ve geri dönmeyen askerler de göz önüne alındığında, ülke olarak kaybettiğimiz insani değerlerimizin genel ve bir o kadar da trajik istatistikleri tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır.
Yunanistan’da ise, Anadolu yenilgisi sonrası Kral 1. Konstantin tahtını terk etti. İki albay önderliğinde gerçekleşen darbe ile ‘Anadolu Hezimetinin’ sorumlusu olarak ilan edilen üç Başbakan, iki bakan ve bir başkomutan idam edildi. 1 milyonu aşkın Rum kökenli insanın Yunanistan’a göçünün tetiklediği ekonomik siyasi ve sosyal sorunlar nedeni ile toplumsal kaos ortamından yıllarca çıkamadı. 30 Ocak 1923’de de mübadele anlaşması imzalandı. Sonuçta, 26 Ağustos 1071’de, Alpaslan’ın Malazgirt’te Romen Diyojen’e karşı kazandığı savaş ile Türk milletine açılan Anadolu’nun kapıları, 851 yıl sonra Mustafa Kemal Atatürk’ün, dünyada bir eşi olmayan zaferi ile bu toprakların sonsuza kadar Türk yurdu olduğunun dünyaya ilanı gerçekleşmiş ve böylelikle bir ulusun küllerinden silkelenerek ortaya çıkması sağlanmıştır.
30 Ağustos 1922 başlayan kıvılcım, 9 Eylül’de İzmir’e, Kahramanlar semtinden ulaşmış, kentimizin 3 yılı aşkın süren işgali de sona ermiştir. Dolayısı ile Zafer Bayramı'nın en önemli ve anlamlı hissedildiği kentlerin en başında İzmir yer almaktadır. Bu muazzam başarıyı meydana getiren tüm şehitlerimizin önünde saygı ile eğiliyoruz. Ruhları şad olsun.