George Orwell’ın “1984” adlı her açıdan karanlık ve ürpertici romanı ilk kez 1949’da basılıp yayınladı. Celal Üster’in çevirisiyle okuduğumuz bu “kült” roman, Orwell’ın uzak bir gelecek olarak görüp tasarlaması ve distopik bir yaklaşımla kurgulayıp işlemesiyle, insanlığın nasıl bir belayla yaşayacağı, 1984’te ürpertici, ironik, yoğun bir eleştirel biçim ve biçemle anlatılır. Buraya dikkat lütfen! Biz yeryüzü sakinleri 1984’ü 40 yıl önce geride bıraktık ve üç gün önce 2025’e adım attık. Bunca zaman geçtiyse, bu roman hala nasıl yaşamaktadır?
Orwell romanını kuşkusuz tanığı ve mağduru olduğu Nazi cehennemi ve Dünya Paylaşım Savaşının kıyıcılığı etkisiyle, geleceğe dair büyük bir umutsuzluk içinde yazdı. Bireysel tercihlerin ve haliyle insan haklarının tümüyle iptal edildiği, “Big Brother”ın kaçılması asla mümkün olmayan gözetimi ve otoritesi altında yaşandığı bir dünyadır 1984. Bütün büyük sanat emekçileri gibi, Orwell’ın da dünyayı ve insanlığı uyarmak için yazdığını vurgulamak gerekir. Bu nedenle romanı, otorite manyağı ve rengi ne olursa olsun faşist yönetimlerce yasaklanmıştır. Yazarın “Hayvan Çiftliği” de aynı muameleyi görmüştür.
2025’e ulaşan bizlerin, “Orwell, yaşadıklarının etkisiyle bunları öngörüp anlattı, yazar fantezisi işte” diyerek geçip gitmemiz mümkün müdür? Bilim-kurgu romanlarda anlatılan atmosferi bire bir yaşamıyoruz diyerek, “Bize bir şey olmaz” diyebilir miyiz? Hiç sanmıyorum. “Big Brother” her yerde ve türlü biçimlere dönüşerek yaşamımızı belirlemekte.
Elbette asal amacı suçu ve suçluyu engellemek, engelleyemiyorsa bile yakalanması ve ceza görmesini sağlamak ama örneğin dört yanımızı saran Mobese kameralardan, ne zaman nerede nasıl olduğumuzu kanıtlayan cep telefonlarına, her biri “Big Brother”ın gözleri değil midir? Uzayda fink atan uydu kameralarının, evlerimizin hela taşına kadar hayatımızı dikizlediği, bir teknoloji efsanesi midir acaba? Bir anda cep telefonlarının patlatılmasıyla onlarca insanın ölmesini nasıl açıklayabiliriz mesela? Biz ekrana bakıyor, kendimizce bir şeyler yapıyor, yazıyor, konuşuyoruz. Peki, ekranın arkasında kimler bizi nasıl izleyip dinliyor acaba? İktidarlar deviren, ikballer söndüren, itibarları yıkan, türlü kumpaslara tuzaklara pusulara ve zamanı gelince devreye sokulan dosyalarına malzeme sağlayan şu çipler, gizli kameralar, dinleme cihazları “Big Brother”ın gözleri, kulakları değildir de nedir?
Günümüzün “Big Brother”ı yalnızca dikizlemiyor. Bizi kendi gözleriyle görmeye, kendi kulaklarıyla işitmeye, kendi tıynetince algılamaya zorluyor, güdümlüyor, dayatıyor. Gazeteleri, televizyonları, radyoları, vitrinleri, podyumları bu mesainin başlıca alanlarıdır. Borazanları, şaklabanları, ceberutları, çal çeneleri, kuklaları, satılıkları, topyekûn ve 7/24 yaşamımızı belirleme mesaisi içindeler.
Bile bile yalan söylüyorlar, utanmadan çarpıtıyorlar, sıkılmadan dün söylediklerini bugün reddedebiliyorlar, yüzsüzce bütün bunların suçunu bizlere yüklemeye çalışıyorlar. Bunun için din, milliyet, köken, dil, ırk, cins, kültür, bayrak, marş ve elbette para… akla gelebilecek her şeyi kullanmaktan utanmıyorlar.
41. yılında “1984” bana ilk adımda bunları anımsattı. Okuyun o romanı. Anlatılan bizim ve bizi sürüleştireceğini sananların hikâyesidir. Yazılacak olansa 2025’ten geleceğe “Big Brother”ın yenildiğini anlatacak şarkılardır, romanlardır, şiirleridir. O faşist gözün yerine tüm insanlığın güzel bakan, güzel gören, güzel eyleyen gözünü, ruhunu, emeğini koymaktır.
Geçen hafta 2025’in “Anımsama ve Anımsatma Yılı” olmasını önermiştim. Davranmanın birinci koşuludur ve “Big Brother” bundan hiç hoşlanmaz. Bu da bizi hiç ilgilendirmez! Çünkü onu hoşnut etmekle değil, ülkemizin ve çocuklarımızın yaşamında olmamasını sağlamakla görevli, yükümlü ve sorumluyuz. Biz buna yurtseverlik diyoruz.
…
Hepinize yeniden iyi bir yıl dilerken, annemi yitirmem dolayısıyla yoldaşlığını gösteren tüm okurlarıma, dostlarıma, arkadaşlarıma yürekten teşekkür ederim.