Klişelerden ne kadar kaçınmak istesem de konu yeni yıl güzellemelerine uzanınca dönüp dolaşıp o klişelere sarılıyormuş insan. Yeni yıldan beklentiler, temenniler, yapılacak listeler, uyulacak kararlar…
Daha 2021 yılının idrakine varamadan, muhasebesini yapamadan 2022’yi planlamaya başladık.
Her şeyin yenileneceğini umut ederek kurduğumuz hayaller, yüklediğimiz anlamlar bulunduğumuz yerden çok uzakta sanki… Çünkü geride kalan her yılı mumla arar olduğumuz zamanlardan geçiyoruz.
Dünyada kalmanın mücadele isteyen bir eyleme dönüştüğü bir yılın ardından umutla tutunduğumuz, o gelecek beklentilerimizi, çokta yüksek tutamaz olduk artık…
Emek vererek kazandığımız şeylerin bir anda yok olup gidebileceğini gördük, en yakınlarımızla sınandık, hastalıklarla boğuştuk, kayıplar verdik. Yetmezmiş gibi yeryüzü sürekli sallandı ve tüm bunlar küresel salgın sebebiyle yaşanan pandemi sürecinin üstüne tuz biber oldu. Sosyal ve ekonomik sorunlar yüzünden milletçe kaygı bozukluğu ile başa çıkmaya başladık.
Birazdan fırtına kopacakmış gibi tedirgin bir bekleyişte sıkıştık kaldık…
Anksiyetemizden kaçıp kitaplara sığındık, daha çok okuduk, daha çok yazdık, hayat ve yaratılış üzerine daha çok düşündük. Dücane Cündioğlu "insanın, eşyanın hakikatine ilişkin bilgisizliğine cehalet denir, kendi hakikatine ilişkin bilgisizliğine ise gaflet... " der. Pandeminin insanoğluna getirdiği en büyük fayda da bu olsa gerek, kendimizi tanımaya ayıracak çok vakit bulduk. Kendi hakikatimizi kavradıkça dışımızda gelişen her şey daha da netleşti, berraklaşmaya başladı.
Tüketime odaklı yaşantımızda kıymet yüklediğimiz, değer gösterdiğimiz çok şeyin sağlık olmayınca hiçbir işe yaramadığını Covid belasıyla mücadele ederken iyice tecrübe ettik.
Anamıza babamıza sarılıp öpemez, bir dostla ağız ağza verip gülüp konuşamaz olduk. Misafirlik tedavülden kalkmak üzere, maskesiz mesafesiz bakkala gidemiyoruz.
Her gün ülkenin bitmek bilmeyen gerilimiyle yüzleşirken, kabahatin büyüğünü kendimizde aramayı öğrendik, onları oraya taşıyan güç bizdik çünkü.
İçi boş kafalı adamları başımıza musallat edip, döndürdükleri değirmenleri izlerken, onların da bizlere reva gördükleri hayatlar, hepimizin belini nasıl büktü, duygularımız nasıl sömürüldü ve biz buralara nasıl geldik, hepimiz daha iyi anladık.
Memleketi semirenlerden soğan ekmek yeriz, gevrek yeriz edebiyatını dinlerken küplere bindik, karın tokluğuna kölelik telkinleriyle incindi onurumuz…
Zamanın dışına atılmış gibi, olana bitene seyirci kalmaktan başka şimdilik elimizden bir şey gelmiyor…
Gelecek güzel günlere bel bağlayarak yaşlanıyoruz ve hiçbir şey yapamadan umutsuzca o güzel günlerin geleceğine inanarak yaşamayı sürdürüyoruz. Tıpkı Samuel Becket’ın ‘Godot’yu Beklerken’ oyunundaki Estragon’un o önemli repliğindeki gibi “yapacak bir şey yok”
Bu bekleyişi anlatacak daha kallavi bir cümle bulamadım. 2021 silindir gibi üstümüzden geçip giderken “Yapacak bir şey yok”
Ben bu yazıyı Okan Yüksel’e okumadan önce Estragon’un repliğiyle bitiyordu bu yazı, ‘olmaz’ dedi ‘her zaman yapacak bir şey vardır’
‘Neler yaşandı bu memlekette, ne sınavlar verdik ne kayıplar ne hüzünler yaşadık ama hep bir yol bulduk. Yine öyle olacak’ dedi.
Evet yine öyle olacak. 2021 ‘in ruhumuzda açtığı gedikleri sayıp, o gedikleri kapatmak için yine birbirimize dayanacağız, sanatla, edebiyatla direneceğiz hayata, şiirler okuyacağız, şarkılar söyleyeceğiz bağıra çağıra…
Başımıza ne gelirse gelsin bir umuda tutunup bekleyeceğiz gelecek güzel günleri… Nefes aldığımız sürece de umut hep olacak.
Umudumuzu tüketmeden, Kartacalı Hannibal’ın söylediği gibi; “Ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız”
Her şey, tüm bu zor günler gelip geçecek, geriye kalan tavrımız olacak.
Eksilmeden, azalmadan, çoğalarak, öğrenerek, sağlıkla geçireceğimiz, iyileşeceğimiz, iyi geleceğimiz bir yıl olsun.