Bazı değerlerin hakkını vermek için, ille de bilgi küpü olmak, iri dünya görüşlerinin kelamıyla konuşmak gerekmez. Tümceyi tersinden okuyacak olursak, bazı değerlerin hakkını vermemek, verememek, hatta hiçleştirmek için, bilgi küpü olduğunu sanmak, iri dünya görüşlerinin kelamıyla konuştuğunu sanmak yeter.
İlk hali için, samimiyet, vicdan ve kadirbilirlik yeterken, ikincisi için süzme kötü niyet, vahşi bir değerbilmezlik ve nihayet etik değerlere acınası bir hasret çekmek; bunu bile fark edemeyen bir algısızlıkta boğulup gitmek gerekir.
“Cumhuriyet” ve onu tanımlayan değerlere bakış farklılıkları, tümcenin her iki haline de iyi bir örnektir günümüzde.
Hayır, bu yazı 29 Ekim üstüne hamaset soslu, yeterince yinelenmiş ve sakıza dönmüş sözlerle yazılmayacak. Meramımız, vefaya, saygıya ve dürüstlüğe dayalı bir “Cumhuriyet okuması”nın kapısını çalmaktır. Cumhuriyet’e ve değerlerine saldırmaya, küçümsemeye, itibarsızlaştırmaya kalkışların bile, bunu Cumhuriyetin kazanımları sayesinde yapabildiklerini anımsatmak içindir. Yazı işte bu noktada, “Cumhuriyet nedir, laiklik nedir?” diye sorabilen çapsızlara, Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM kürsüsünden verdiği “Adam olmaktır!” yanıtıyla bitebilir.
Ama öyle hazin bir süreçten geçiyoruz ki, bu yanıttaki “adam”lığın ne maço bir söylem, ne de kadını aşağılayan bir yaklaşım içermediğini, hele ki “adamlık, madamlık” kıyaslamalarıyla bir ilgisinin olmadığını bile açıklamak gerekmektedir. Söze buradan girersek, Cumhuriyet’in kadına bakışını, özgürlüğüne ve bağımsızlığına duyduğu saygıya kadar uzanmak gerekecektir. Yapmamak için, yüzyılın yarattığı ve bize armağan ettiği “Deha”dan esinlenerek, “Cumhuriyet’i ve değerlerini anlayıp saygı duymak için, İNSAN olmak yeter” demek, bilmem o soru sahiplerinin günümüzdeki uzantıları için bir anlam taşır mı? “Deha” nitelemesinin bize ait olmadığını, en önemli düşmanı tarafından, Mustafa Kemal Atatürk için söylendiğini anımsatalım mı? Ve soralım mı, o düşmana rahmet okutturacak kadar, düşmanlık beslemenin ve körükleyip durmanın gerçek anlamı ne?
“Karşı çıkıp, saldırmak bile Cumhuriyet kazanımları sayesindedir” derken, ne demek istediğimiz de merak edilebilir. Cumhuriyet’e, ekran mikrofon günde seksen kere saydıranlar, sütunlar sayfalar dolusu hakaret yağdıranlar, bunu nasıl yapıyorlar? Türkçeyle. Türkçemiz, dilde ve yazıda bugünkü haline nasıl kavuştu? Cumhuriyet sayesinde. Şimdi bu arkadaşlara daha net soralım: yahu anlamadığınızı bile, gerçekleştirdiği dil devrimi sayesinde anlatmaya çalışıyorsunuz. Cumhuriyet sizin için daha ne yapmalıydı?
Ah evet! Bu arkadaşların koalisyon ortaklarını da unutamayız. Ne yalan söyleyelim, onları düşününce, insanın Nadir Nadir’in “Ben Atatürkçü Değilim” benzeri, “Ben Solcu Değilim” diyesi geliyor. Yurtseverliği faşizm sanarak, sol düşüncenin harcı olmaktan çıkaran ve bal gibi de faşizme su taşıyan zihniyet sahiplerini; dünyanın geleceğini belirlemeye soyunmuş bir dünya görüşünü, emek ve sınıf bilinci ile antiemperyalist duruştan uzaklaştırıp, etnik milliyetçiliğin kıyısına oturttukları için, kutlayamıyoruz. Bir renk cümbüşü ve kardeşliği olan güzelim bir coğrafyada, en değerli bölgelerinden birinin, hüzün ve yıkım yumağı haline gelmesindeki katkılarından dolayı alkışlayamıyoruz. Ama 93 yıl öncesinde çakılıp kalmalarının nedenini bir türlü çözemiyor, diyalektik nedir, ezberlemelerini değil, öğrenmelerini diliyoruz.
Özetle, 4 gün sonra 29 Ekim’dir. 93. yılındaki durumundan hepimiz sorumluyuz. “Nutuk” ya da “Söylev” orada duruyor. Okumanın ve kendimizi görmenin tam sırasıdır.