“Oğlum Mehmede
Ağaçlarımızı Takdim Ederim:
Şu karşıki yeşil yumağa ağaç derler.
Yalnız ne altını kirletir
Ne de öksürürdü.
Biz bu ağaçları uzak ormanlardan getirdik
Meyveleri zehir zıkkım
Dalları diken içerisinde,
Köklerini köstebekler kemirirdi
Biz bu ağaçlara evlât gibi baktık tosunum
Onlar da bizden hiçbir şey esirgemediler
Ne bir mevsim atladılar
Ne bir hasat gizlediler
Bir gün gölgelerine evlerimizi kurduk
Dallarına salıncaklar,
Cıvıl cıvıl kuşlar dadandırdık yuvalarına
Biz ölürken hakkımızı helâl ederiz ağaçlara
Onlar da arkamızdan kendi dillerince
Helâl olsun derler.”
(Bedri Rahmi Eyuboğlu)
***
Hayır; büyük İspanyol yazar Alejandro Casona'nın, 1949 tarihli oyunundan söz etmiyorum; hani şu, Bertha rolünü Türk Tiyatrosu'nun İzmir'deki “Diva”sı Hülya Savaş'ın canlandırdığı “Ağaçlar Ayakta Ölür” adlı başyapıt değil yazımın konusu. Edirne'den Hakkari'ye; Muğla'dan Ardahan'a kadar her beldede, her daim işlenmekte olan ağaç cinayetlerinden yakınacağım:
Hepimiz görüyoruz. İzmir'i örnek alalım:
-Konak'ta denize yakın dikilmiş manolyalar (Magnolia grandiflora), gülibrişim akasyalar (albiza julibrissin), oya ağaçları (lagestroemia indica) vb ağaçları kuruyor. Niçin: Bunlar, deniz su ve rüzgarına dayanıklı bitkiler olmadığı için.
Bunların yerine, deniz kıyısı sever bitkiler zakkum (Nerium oleander), iğde (Eleaganus), Kıbrıs akasyası (Acacia cyanophylla) ve benzeri yeğlenebilirdi.
-Kültürpark'ta, Lozan Kapısından girişte, tartan pisti geçince hemen sağda, dev bir ağaç var: Seqoia sempervirens. 1947 yılında dikilmiş; demek 70 (yetmiş) yıl önce. Şu sıra boyu, 40 m'yi aşmış. Normal koşullarda boyu 200 m'ye yaklaşabiliyor, yaklaşık 4 bin yıl yaşayabiliyor. Kaliforniya'daki doğal parka giden yolun kenarında, “dünyada en uzun yaşayan, en uzun boylu şeye gidiyorsunuz” tabelaları görülür. Bu dev ağaç adını, çok iri yarı Kızılderili reisinden almış. Bizim Fuar'daki ağacın üst (ibre) yaprakları sararmış görünüyor. Saçakları, toprağın derininde tuzlu suya rastlamış olmasın?
-Şimdi -nedense bilinmez katlettiğimiz- Mersinli'deki Süs Bitkileri İstasyonu bahçesinde eflatun çiçekler açan bir manolya vardı. Son derece nadir görülen bu bitkiden, çeliklenme ve havai (göksel) daldırma yöntemleriyle üretme çabası olumlu sonuç vermedi. Bunun nedeninin, o ağacın henüz soy sürdürecek (reşit olma diyelim) yetişkinliğe ermemiş olduğu kimsenin aklına gelmedi mi?
-Asıl felaket, baştan başa Dr. Mustafa Enver Bey Cad. iki yanına dikilmiş dut (Morus) ağaçları her görenin dikkatini çekiyor olsa gerek. Buradaki güzelim ağaçların gövdelerinde adeta mağaralar oluşmuş; 50 (elli) yılda yetişen ağaçlar kuruyunca, belediyelerimizin acar hizarcı veya motorlu testereli adamları onları beş dakikada kesiyor.
Küçük büyük şehirlerimizin parklar, bahçeler, tarhlar, belki de saksılar müdür(lük)leri vardır. Orada kadrolu sözleşmeli onlarca, belki de yüzlerce orta, normal, yüksek mühendisleri vardır. Onların aklına, bu ağaçların kök boğazlarının betonla boğazlandığı için kuruduğu gelmez mi? Nasıl oluyor da megapolden, metropolden, büyük şehirden, şehirlere, ilçelere, beldelere, köylere kadar her dikilen ağacın dibine, boynuna idam ipi geçirir gibi beton dökülüyor? Bu ağaçlar elektrik direği mi ki, hava, su ve besin almak için toprağa ihtiyaç duymasın? İki karış toprağı olan bir köylü bile, her ağacın, hiç olmazsa taç gölgesi kadar toprağa muhtaç olduğunu bilir. (Toprak bırakmayınca, etrafını çelik kafese almışsınız, neye yarar?)
Konunun bir heveslisi olarak bana sorsalar derim ki; İzmir'in her uygun yerine, “Smyrna” adının kökeni olan mersin (Murtus communis), Akdeniz'in simge bitkileri olan zeytin (Olea europea), defne (Daphnis cnidorum: Datça defnesi, Laurus nobilis) ve turunç (Fluvedo) gibi, herdem yeşil ağaçlar dikilmesini öneririm.
“Kültür'ün en yalın tanımlarından biri; “doğaya insan katkısı” ama, bu katkının “doğaya uygun” olması koşuluyla. Bu basit öngörüye uymayışımız dünyamızı, geometrik dizi hızıyla yaşanmaz hale getiriyor. Bıraksaydık, doğa, kendi sorununa kendisi çözüm üretirdi.
Size iki anektod aktaracağım; konumuza uygun olup olmadığı kararı size kalsın. (Zaten, iletişimcinin amacı ve görevi, ele aldığı konuda yorum yapmak değil, seçenekleri sergilemektir.)
Leylekler Gelmez Olunca:
Memleketin birinin bir cennet köşesinde (Gökova'daki termik santral gibi, bir musibet tesis kurulmuş. Birkaç yıl sonra o yörede, öldürücü uyku hastalığı salgını baş göstermiş. Anlaşılmış ki: O tesis kurulunca oraya leylekler gelmez olmuş. Leylek (Ciconia cinonia) gelmeyince yılanlar çoğalmış (çünkü leylek, yılan yer), yılanlar çoğalınca kurbağa (Anura) kalmamış (zira yılan kurbağa yer), kurbağa kalmayınca da, uyku hastalığı almış yürümüş; nedenine gelince, uyku hastalığı yayan çeçe sineği (Glossina) çoğalmış; çünkü kurbağa bu zararlı haşere ile besleniyor.
Kızılderili Reisi Seattle'ın dediği gibi; “Doğadaki varlıklar arasında, bir ailenin bireylerini birbirine bağlayan bağ gibi bağ vardır!)
Ölümsüz Kertenkele:
Japonya'da, 10 yıl önce tamirat gören bir yapının duvarında bir kertenkele, çiviyle duvara çakılmış. Yapıda tadilat için duvar açıldığında, kertenkelenin canlı olarak çivilendiği yerde durduğu görülmüş. İnanılmaz olay! Gözlenmiş ki; başka bir kertenkele (diyelim, çivili duranın eşi), belirli aralıklarla, çivili kertenkeleye yiyecek bir şeyler getiriyor.
Evrenin Ulu Yaratıcısı öyle bir bina kurmuş ki; tek bir taşının yerinden oynatılması, muazzam binanın çökmesine yol açabilir!
RAHATI KAÇAN AĞAÇ
Tanıdığım bir ağaç var
Etlik bağlarına doğru
Saadetin adını bile duymamış
Tanrı'nın işine bakın.
Geceyi gündüzü biliyor
Dört mevsimi, rüzgarı, karı
Ay ışığına bayılıyor
Ama kötülemiyor karanlığı.
Ona bir kitap vereceğim
Rahatını kaçırmak için
Bir öğrenegörsün aşkı
Ağacı o vakit seyredin.
Melih Cevdet ANDAY