Ne demek “aile olmak”, hiç düşündünüz mü son zamanlarda?

Ben sık sık düşünüyorum. Aile olmak ne demek diye. Her düşündüğümde de birçok insanın ilkokulda öğrendiğimiz “çekirdek aile” kavramına takılıp kalmadan, yani aileyi sadece anne-baba-çocuk üçgeninden ibaret saymadan, ailenin bütün büyüklerini sözde değil özde sevip sayarak, arayarak sorarak, aile olmayı becerdiklerini, akıllı ve kültürlü olduğunu iddia eden bizim gibilerin ise aile olmayı bir türlü beceremediklerini esefle görüyorum.

***
Galiba aile olmak sadece kan bağı ile bağlanmakla olmuyor. Aile olmak için herşeyden önce birbiri için sevinmek ve/veya üzülmek gerekiyor. Yani sevinci ve dertleri paylaşmak. 
Bunu yapabilmek için ise iletişim içinde olmak şart. Arayıp soracaksın, aranıp sorulacaksın ki dertleri üzüntüleri bilesin veya bildirebilesin. Eğer birbirinden haberdar değilsen, öztürkçesi; iletişim kurmuyorsan o takdirde ne bilebilirsin ne de bildirebilirsin. Yani çemişkezekteki bakkal Mehmet Efendi ile ne kadar yakınsan ailene de o kadar yakın olursun.
İş güç bahane mi arayıp sormamaya? Sanmıyorum. Bu biraz içten gelmesi gereken bir şey. İnsan iki eli kızıl kanda da olsa illaki iki arada bir derede ya alo der ya da geçerken iki laf etmeye uğrar. 

***
Ben yıllardır son derece yüksek sorumluluk isteyen ve yoğun bir çaba ve zaman ayırılmasını gerektiren müdürlük, dekanlık, rektörlük gibi bazen onlarca bazen de yüzlerce hatta binlerce kişiyi yönetme durumunda olduğum zamanlarda dahi, “Ben yaşça da kariyer itibariyle de büyüğüm beni arasınlar” kompleksine kapılmadan arayıp sormaya, ailemin uzak yakın tüm fertleri ile ilgilenmeye vakit buldum. 
Teyzemi ölünceye kadar hiç bırakmadım, amca çocuklarımla her zaman iletişim içinde oldum. Aileden kimin bana işi düştüyse, kime yardım edebilecek pozisyondaysam gereğini yaptım.
Bazıları STK’larda faaliyet gösterip yaşadığı şehirlerin, semtlerin yaşlılarına yardım eder. Bu tabii ki sosyal sorumluluğumuzdur. Mutlaka yapılmalıdır ama, ya kendi yaşlılarımız. Yani ailemizden olanlar. Onlar sosyal sorumluluk projesinden öte boynumuzun borcudur. 
Bu işin sevmek ya da sevmemekle de alakası yoktur. Sosyal sorumluluklarımız çerçevesinde her yardım ettiğimiz, her aradığımız yaşlıyı sevmek gibi bir zaruret olmadığı gibi, kendi yaşlılarımızı arayıp sorma yükümlülüklerimiz de adı üstünde yükümlülüktür. Sevsen de sevmesen de yerine getirilmesi zarureti vardır. 

***
Çünkü sonunda bu yaşlılarımızı kaybettiğimizde, cenaze namazında ağlamak, mezarının başında iki kürek toprak atmak anlamında dahi yüzümüz olması için, yaşadıkları zamanlarda onların hayır duasını almak için aramak hem insanlık vazifesi hem aile olmanın sorumluluğu, hem Allah’ın emri hem de dinimizin gereğidir. Zor zamanlarda yardımlaşmak, paylaşmak, birlikte gözyaşı döküp birlikte kahkaha atabilmenin güzelliği, birlikte zaman geçirmek, birbirinin kiminle, nerede nasıl olduğunu bilmekle yani aile olmanın değerlerini yaşayıp yaşatabilmekle mümkündür. Birbirimizi arayıp sormadıkça bu değerleri yaşatabilmek olanak dışına çıkar. Sonuç itibariyle sevgi, hürmet ve töremizi, mezarda ağlayarak yaşatmak değil, yaşarken aramak suretiyle göstermek sözün bittiği yerdir.