Spor kulüplerinin kadın takımlarının fındık fıstıktan sayılmasını bir türlü anlayamıyorum sayın okur.
Pazar akşamı, her yanından yaralı ülkemin iç karartan gündemini birkaç saatliğine de olsa pembeye boyayan Fenerbahçe erkek basketbol takımını öncelikle tebrik ederim.
Ama kendilerine hatırlatmak isterim: Türkiye'nin ilk Euroleague şampiyonu Galatasaray kadın basketbol takımıdır.
Fakat gel gör ki pazar akşamı Fenerbahçe erkek basketbol takımı Türkiye'nin ilk Euroleague şampiyonu ilan edildi bile.
Bu mesele takım meselesi değil. Eğer Türkiye'nin ilk şampiyonu Galatasaray yerine Fenerbahçe kadın basketbol takımı olsaydı yine bu başarı başarıdan sayılmayacaktı.
Türkiye'de spor deyince akla sadece futbol, eh işte biraz da basketbol geliyor.
Bu bile yeteri kadar üzücü iken bu iki spor branşını da kendi içinde ayrıca ayırıyor ve “kadın kısmını” saymıyoruz bile.
Onlar öyle hobi olarak sağa sola koşturuyorlar. Onlarınki azim, onlarınki zeka, onlarınki çaba, emek, onlarınki kas/kuvvet değil çünkü.
Sahada ne varsa adamlarda var... Kadınlar da parke süsü işte!
***
Deyip, yazıyı tam bitirmişken, anlamadığım şeylerde bugün ikinci bir husus daha olduğu aklıma geldi.
Koskoca Fenerbahçe kulübünün, koskoca ve çok özel şampiyonluk sevincinde, sahada, oyuncuların tam da ortasında, kupanın en yakınında kasap Nusret'in ne işi vardı acaba?!
Nusret işinin ehli, çok başarılı bir adam olabilir. Kasaplığın kitabını yazmış, eti en iyi şaplaklayan, mevzu üzerine şapka çıkartılacak bir uzman sayılabilir. Çıraklıktan bir dünya markası olma yolundaki başarısı da göz ardı edilemez.
Adam adeta bir dünya starı olmuş durumda hatta...
Tamam ama, kardeşim gerçekten o akşam orada o kupanın yanında ne işi vardı yahu?
Samimiyetle ve anlamadığımdan soruyorum. Cevabı bilen ya da aklı başında bir tahmini bulunan varsa yazsın lütfen, bekliyorum.

Bulduğun gibi bırak

İzmir'in ve Çeşme yarımadasının bazılarına göre sözüm ona "değişmesine gelişmesine" biz yerli halka göre ise hızla bozulup yozlaşmasına, kontrolsüz göç almasına, hormonlu gibi büyümesine, kısaca İstanbul ucubesine dönmesine çok ama çok üzülüyoruz.
Eğlence hayatı konusunda 'Vur kaç'cılar, emlak konusunda ise beton fetişistleri dört yanımızı virüs gibi sarmış durumda.
Özellikle Çeşme'de çocukluğumuzun, gençliğimizin anıları o kadar hızla siliniyor ki kiminle ne ile mücadele edeceğimizi şaşırmış durumdayız.
En son Ilıca büyük plaja yeni ve hızlı bir giriş yapan Otbeach, kumda yaşamasına imkan olmayan limon selvilerle kendine sınır çizmeye kalktı.
Gelen tepkiler üzerine çok şükür ki selvileri daha doğrusu o sakil sınırı kaldırdılar.
Eğer buna göz yumulsaydı sonunu kimse alamazdı.
Kafasına göre plajdaki her işletmenin kendisine bir duvar ördüğünü düşünün.
Yaz sonu kuruyup ölecek ağaçlardan, brandadan, ahşap seperasyondan vs... Bir bu kalmıştı hani...
Allah aşkına şuraya üç aylığına gelin, bereketiniz bol olsun, paranızı kazanın ve gidin.
Giderken bozmayın ki, bir daha ki seneye yine bıraktığınız gibi bulun!
Lütfen geldiğiniz yeri değiştirmeye, dönüştürmeye, bozmaya kalkmayın.
Anladık Bodrum'u bitirdiniz sıra Çeşme'ye geldi. Ama bari bu kez akıllı olun da bindiğiniz dalı kesmeyin. El insaf, el vicdan!


oncel-2


22